CUMHURİYETİMİZ TEHLİKEDE MİDİR ? ( I )
Her nedense, millet olarak tehlikelerden bir türlü kurtulamadık, hala da kurtulamıyoruz.Her halde tehlikeler peşimizi bırakmıyor ki, tehlikelerden kurtulamıyoruz.Ya da tehlike olmadan, her durumda bunu görmeden yaşama imkanımızın olmadığı yanlışlığına inandırılmış bulunuyoruz.Daha da önemlisi; ihtimal ki, kendisine sürekli çıkar sağlama statüsünü korumak isteyenlerin içgüdüsü ile bu haller başımıza geliyor.Veya başka bilinmeyenler mi vardır bizler farkında olamıyoruz? Tanzimat, Meşrutiyet ve nihayet Cumhuriyet dönemi olmak üzere, neredeyse ikinci bir asrın tamamlandığı bu uzun geçmişimiz hep tehlike fobisi ile geçip gitti,bir türlü bu potansiyel tehdite dayalı korkumuzu atamadık. Halbuki herşeyi halkımızın mutluluğu için yapıyorduk, ancak bu tehlikelerden dolayı hep beraber tedirginlikten kurtulamadık. Belli dönem ve zamanlarda alışılmışın dışında tezahür eden bu tekerleme misali seslendirmeler, belli duraklama ve bekleme evrelerinden sonra yeniden ısıtılıp ısıtılıp toplum piyasasına sürülüyor.Görüyoruz ki, tam "Artık tehlike duyumlarından kurtulduk !... "diyecekken, bir bakıyoruz burnumuzun dibinde avaz avaz teklike çanları çalıyor. Olacakları alıştıra alıştıra bildirmek varken, yüreğimize indirilmek istercesine, ustalıkla korkutuluyoruz, umutsuzluğa düşürülüyoruz. Gün geçtikçe tempo artırılıyor, versiyonu değiştirilerek "Bu korku yeterli etki göstermedi, başka türlü bağıralım, hedeflediklerimizi yıpratmak için topyekün saldırıyı başka biçim ve usüllerle deneyelim" uyanıklığı tercih ediliyor. Ancak bu uyanıklık, serbest ve rahatlıkla sahneye konmuyor. Telaş,umutsuzluk,bedbinlik, tamamülsüzlük almış başını gidiyor. Öyle ki," Bu işin şakası yok,aciliyeti ve ehemmmiyeti var... "korkutmalarıyla karışık bir tehlike bildirme gayretkeşliği ile karşıkarşıya bulunuyoruz. Tekelleşmiş, piyasa hakimiyetini belirli imtiyazlarla güçlendirmiş bir firma misali; bir kesime göre daha serbestlik ve keyfilikleri bulunanlar, slogan haline getirilmiş "Cumhuriyetimiz tehlikede!... Farkında mısınız? söylemleri ile yazılı,görsel ve etkil her türlü vasıtaları kullanarak yeri göğü inletmek kararlılıklarını sürdürüyorlar. Orkestra ve koro sesleri birbirine karıştığı gibi, haykırma,öykünme, korkutma,hakir görme, öcüleştirme ve bir kesimi hiçe sayma nidaları da aynı sahnede fütursuzca sergilenmek isteniyor. Az da olsa, zamanına uydurularak,halkın inanmasını ve kanmasını sağlamak için, efelenmeler bırakılıp, sızlanma ve acındırma ajitasyonlarına uygun roller tercih ediliyor.Tabiki halkımız bu versiyonların herbirini bıkkınlık emaresi göstermeden, doğru ya da yanlış yorumuna yeltenmeyip sabırla dinliyor ve takip ediyor. Daha doğrusu, sessizliğini bozmamak,bulunduğu ortamından kaynaklanan demokratik, susmak ve yeri geldiğinde konuşmak hakkını kullanmak istiyor, bunu en uygun ve sağlıklı çıkar yol olarak görüyor.Bu bakımdan, devletimizin T.C. varlığı, milletimizin huzur ve refahını sağlayacak birlik ve beraberliği, ortak değerlerimiz ve geçmişimizden gelen maddi ve manevi değerlerimiz feda edilecek ve vazgeçilecek cinsten olmadığına göre; gösterilecek sabır ve metanet çok önem arzetmektedir. Milletimizin büyük çoğunluğu bu hassasiyeti taşıyor. Cesaretin ve üstünlüğün, vatan sevgisine bağlı bütün değerlerimizin korunma biçiminin ve sahip olma anlayışının bağırıp çağırmalarlarla ilgili olmadığını gayet iyi biliyor. Yılların getirdiği alışkanlıktan olacak ki, bu feryat ve figanların ne ilk ve ne de son olmayacağını biliyor ve de tahmin edebiliyoruz.Buradaki sığınma, şikayet ve sıkıntıların esas sebebinin tercih edilmeme korkusundan kaynaklandığı herkesin malumudur.Dünyada demokratikleşmeye doğru hızlı bir akım vardır. Toplumlar ve yönetenleri, ister istemez demokrasinin kurallarına uymak zorunluluğunu hissedecekler, zorlukları da olsa her şeye rağmen bu anlayışa karşı duramayacaklardır. Bazılarının temel sıkıntısı buradadır. Miilete sormadan,kendi anlayışı ile istediği şekilde yönetmek işin kolay yönüdür. Ancak demokratik yönetimler bu anlayışı dışlar,yetki için pek çok sorumlulukları da beraberinde getirir. Sorumluluğu olamayan yetkileri kullanmak anlayışı demokrasinin dışında kalır. Onun için, geçmişten günümüze sınırsız yetkili, ancak sorumsuz yöneticiler demokrasi anlayışına hep karşı durup, diktatörlüklerini sürdürmüşlerdir. Bu sofradan pay kapan, bununla geçinen aynı yolun azınlıkta kalan yolcuları da bu yöneticilere destek olmuşlardır. Halkın anlayış ve yönelişlerini hiçe sayan bu tür kesimlerin,çıkar yol olarak, tehlikeden medet ummaktan, halka değil de, başka yerlere bakarak feryat edip imdat çağrısı yapmaktan başka çareleri kalmadığını bilmeyen herhalde çok az kalmıştır. Bir festival ya da anma günü havasında geleneksel hale getirilmiş bu ulusallığa büründürülmüş bu terane; yazılı ve görsel basınında, özellkle bu sahada temayüz etmiş ve ünlenmiş bazı ağızlarca yüksek ölçekte ve koro halinde seslendirilip, dikkat çekilmek isteniyor. Belki duymayan,anlamayan olur diye," Sesimizi duyan yok mu!..."türünden frekansı yüksek yaygın kurtuluş için yardım çağrıları yapılıyor. Geri dönüşleri cılız kalıp, umulan bulunmayınca; yerini öfke, celallenme, haddini zorlama, meydanda gayet cesaretli görünüp komik ve gülünç olma halleriyle hemhal oluyorlar.
Anlatılanlara göre, bu yakın tehlike, çok uzaklarda olmadığı gibi, tamamen içimizde bulunuyor olarak gösteriliyor. Dış düşman yokmuş, olsa bile ondan, malum kan dökücü terörden ziyade önceliği olan başka bir tehlikenin, öcünün ve düşmanın varlığından söz ediliyor, başka tehlikelerin varlığı geri plana itilmek isteniyor. Bu anlayış vatanseverlik,
miiletseverlikle nasıl bağdaşır. Halbuki, bizim için bütün tehlikeler önemli ve öncelikli olmak zorundadır. Her anlayışımızda ortak olmak birlikte yaşamanın,değişmez kuralı olacağına göre, tehlikemeizde ortak olamk zorunda değil midir? Yoksa,"Senin tehliken ayrı,benim ki farklı demek "şeklinde bir yanlişlık yapmaz mıyız? Sorun zaten buradan kaynaklanıyor,onun için teklikeyi farklı biçimlerde görüyoruz. Yanlışımızı düzeltmek, tehlikeleri birlikte görmek, birbirimizi rakip tehlike görmemek, mecburiyetindeyiz. Hiç bir korku emaresi göstermeden, kahramanlık edasıyla ortalığın tozunu atmaya çalışanlar, sonuna dek dik durup cesaretlerini sürdürmek yerine, bir bakıyorsun hayali, adı konmamış ve tarifi yapılmayan bir tehlikeden korktuklarını ileri sürebiliyorlar. Bu yaman çelişkiyi, anlamak mümkün değil. Anlamanın yolunu bir bakıma aşağıdaki soruların cevabını vermekle bulabilexceğiz. Denemekte fayda vardır diyebiliriz. Madem ortada bir tehlike var! Tehlikenin kaynağı nedir? Tehlikenin kimliği ve belirgin kişilği var mıdır? Tehlikenin yeri yurdu neresidir? Gizli midir? Ortada mıdır? Tehlike kimler için vardır? Kimler için yoktur? Sadece bazılarına görünen tehlike nasıl bir tehlikedir? Tehlkede olduğunu söyleyenler ve tehlikeyi görenler mi çoğunluktadır? Çoğunlukta olanlar mı tehlikeliler konumuna sokulmaktadır?Tehlikeyi önlemenin yolu yordamı nedir? Hep beraber ne yapmalıyız ki tehlikeyi önleyelim ? Başka türlü nasıl önlenir ki! Yoksa birlikte görmediğimiz, göremediğimiz tehlikeden kurtulmak mümkün olmaz. Demokraside aleniyet ve somutlukla, belgeli ve ispatlı çözümlere yer vardır. Bunu dışındakiler hayal ve rüya gibidir. Bu sorularımızla yazımızın birinci bölümüne nokta koyarak kısa bir ara verelim.Yakın zamanda devamı olacak ikinci bölümüyle de konumuzu tamamlayalım.
saygılarımla.
#