Kafadan Kırık Monologlar
“Aslına bakarsan biraz gökyüzüyüm biraz yeryüzü belki ıssız bi sokak da olabilir ne bileyim işte.” diye mırıldanırken buldu kendini. Anlamlı mıydı bu söyledikleri? Bilinçdışı alıp başını nelere gitmişti yine? Neyse canım her anlama vakıf olmak zorunda değildi ya. Sanki her yaratılmışı sorgusuz sualsiz anlayabiliyordu da bi bilinçdışının o sabahki kuytu köşesi kusur kalmıştı. Anlaşılması kolay zamanlar değildi zaten yaşadıkları şu günler. “Tam 23 gündür evdeydim ve ara ara başımı camdan uzatmasam dünyayı unutmaya dahi başlayabilirim zaten.” Dedi kendi kendine. Sonra bi sağlam kahkaha patlattı. “He’hey dünyayı unutacakmış. Unutursun emin ol. Dünya tüm hücrelerine tüm ruh tanelerine bu kadar nüfuz etmişken kesin unutursun.” dedi içinden.
“Hadi al işte yine o monologlu günlerden biri daha başladı. İş çıkardık yine başımıza iyi mi? Gelir birazdan eşyalarla konuşmaya yine bizim kız.” diye söyleşmeye başlamıştı saksıdaki çiçekler kıkırdayarak.
“ Sahi!” dedi “ Sahi dünyayı arkada bırakabildiğim bi güne uyanabilecek miyim bir gün ben de?”
“Ooo bu kız hep böyle yahu. Kendini bildi bileli kafadan hafif kırık. Halbuki biz bunun küçüklüğünü biliriz anası bunu beşikten falan da düşürmedi ki.” diye söyleşmeye başlamıştı bile akrep ile yelkovan. Yavrucağım saniyeden sorumlu olan ise her zamanki gibi yine arı gibi çalışıyordu ve boş işlere ayıracak tek bir saniyesi dahi yoktu. Melek gibiydi. Maşallahtı ona.
Bu konuşmayı duymuş gibi oldu sanki ve dönüp saate karşı “Ah ah dedi şu saniye gibi olabilmek ne güzel olurdu. Hep işinde hep gücünde ben ise kimi zaman yelkovan gibi ağır aksak bir başka zaman ise akrep gibi lak lak…” dedi ve müstehzi bir gülüş fırlattı.
Ağızları açık kalmıştı akrep ile yelkovanın. Öfkelendikleri ise yüzlerinden belli oluyordu. “Amman be! Kafadan kırık işte. Bilmiyor muyuz sanki? Onu mu ciddiye alacağız?” diye söylenip bir süre kendi içlerine gömüldüler. Çok sürmedi canım korkmayın.
Haa saniye mi? O yine aynen devam ediyordu. Çalışmaya devam. Maşallahı vardı hala.
Mutfağa geçmişti bu arada bizim kafadan kırık olan. Her zamanki gibi iki bardak suyunu içip güne öyle başlamalıydı. Bu onun rutiniydi. Metabolizmayı hızlandırıyormuş. Evde daha ne kadar kalınacağının belli olmadığı bu günlerde oldukça önemliydi. Yemeği de çok abartmamak lazımdı. Uyku desen iyice “Gece yatmak sabah kalkmak bilmiyorsunuz siz” temalı anne söylemine dönüşmüştü bile zaten.
Tüm bunları düşünürken “Sahi o güzel insanların mutlaka uyku ve yemek düzenleri de muhteşemdir değil mi? Kimin mi? Şu dünyayı arkada bırakabilmiş olanların canım işte. Onlar mutlaka midelerinin üçte birini yemeğe üçte birini suya üçte birini ise boşluğa ayırırlardı. Kesin vakitlice uyanıp gecenin son üçte birlik kısmında da gün içinde üzerlerine sıçrayan dünya tanelerini temizlemek için kalkıyorlardır.” gibi düşüncelere giriş yapmıştı bile.
“Oh valla ne güzel dünya ne özgür insan. Dur dur daha ömür bitmedi belki ben de bir gün onlar gibi olabilirim. Allahtan ümit kesilmez.” derken mutfaktan çıkıp salona yönelmişti kafadan kırık olan.
Biraz takıldı elinde telefon falan işte. Öyle sosyal medyalı temalar… Sonra kahvaltı… Biraz kitap karıştırıp dünyayı kurtardığını zannettiği birkaç doruk yaşantı falanla idare etti işte. Gün öyle geçti gitti işte. Rutin işler. Öyle gece oldu gitti.
“Sahi…” dedi “Sahi dünyayı arkada bırakabildiğim bi güne uyanabilecek miyim bir gün ben de.” diye mırıldanırken uykuya dalmıştı bile.
#monolog #evde23gun #dunyayiarkadabirakmak