KAHİRE'NİN TARİHİ VE TURİSTİK MEKÂNLARI
Dünyanın 7 harikasından biri olan Giza Piramitleri (Keops Piramidi, Kefren Piramidi ve piramitlerin en küçüğü Mikerinos Piramidi) ve insan başlı dev aslan heykeli (sfenks) Mısır’ın en fazla turist çeken mekânlarındandır.
Giza bölgesi Kahire’nin ve Nil Nehri’nin batı kıyısında yer almaktadır. Bir vadi içerisinde bulunan ve yıllardır pek çok gezginin Mısır’a gelmesinin başlıca vesile kaynağı olan piramitler bu bölgede bulunmaktadır. Orijinal halleri kireç taşı ve kalkerle kaplı olan piramitler, Mısır fatihi Amr bin As tarafından da 640 yılında ziyaret edilmiştir.
Firavunlar geçmişte kendilerini Tanrının yerine koymuş ve hem kendi halklarına hem de bütün dünyaya ölümsüz oldukların mesajını vermek için önce mumya sanatını icat etmiş, sonra da devasa kuleler yapmışlardır. Her ne kadar piramitler bir manada ölüme karşı insanoğlunun bir meydan okuması olsa da, ölüm gibi bir gerçek karşısında insanoğlunun ne kadar aciz kaldığı da meydandadır. Esasen Kahire’nin en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Giza Bölgesi’ni gezerken bu gerçeği hiç hatırdan çıkarmamak gerekir.
Giza Piramitleri’nin bulunduğu alana girerken ücret alınmaktadır. Piramitlerin etrafını kuşatan satıcıların iflah olmaz ısrarları geziye yer yer gölge düşürse de, hayranlık uyandırıcı eserlere ev sahipliği yapan bu mekân hakikaten çok etkileyici bir görünüme sahiptir. İnsan, 4-5 bin yıllık tarihe sahip bu mekânda kendini asırlar öncesine ışınlanmış gibi hissetmektedir. Ayakta kalmış dünyanın yedi harikasından biri ve en güzeli sayılan Giza Bölgesi’nde üç piramit ve bir de sfenks bulunmaktadır. Bunların dışında birkaç küçük piramit daha vardır.
Yaklaşık 23 m uzunluğundaki sfenksin bulunduğu bölgeye tarihi bir kapıdan geçerek girilmektedir. Kapının hemen girişinde bulunan kısmet kuyusuna buraya gelen yabancı turistler tarafından para atılıp dilekte bulunulmaktadır. Piramitlerin hemen önünde yer alan ve âdeta Nil Nehri’ni gözetleyen Sfenks, Mısır Krallığı döneminde piramitlerdeki kralları korumak maksadıyla yapıldığı düşünülen bir figürdür. Başı Firavun, gövdesi ise aslan şeklinde olan devasa heykelin başının piramitlerden birinin (Kefren) adına yapıldığı düşünülmektedir. O da zamanın yıpratıcılığından nasibini almış ve çeşitli sebeplerin neticesine yer yer yıpranmış.
Piramitlerin en büyüğü olan Keops Piramidi Kral Khufu'ya aittir ve bu piramit, yedi harikanın birincisi olma özelliğini taşımaktadır. Bugün 137 m yüksekliğinde ve 6,5 milyon ton ağırlığında olan Keops Piramidi, ihtişamıyla insanları kendine hayran bırakmaktadır. İnsan piramitlerin yapılış öyküsünü hatırladıkça, gözünde o dönemi canlandırmaya çalıştıkça ve gizemli mimarilerini düşündükçe doğrusu söyleyecek söz bulamamaktadır. Kral mezarı olarak yapılan devasa Keops Piramidi içerisinde birçok bölüm yer almaktadır.
İkinci piramit Kral Keops'un oğlu olan Kefren adına yapılmıştır. Özelliği ise bugüne kadar üzerindeki -zirvesine yakın kısımlardaki- koruyucu taşları da dahil bozulmamış tek piramit olmasıdır. Üçüncü piramit ise Kral Keops'un büyük oğlu Mikerinos adına yapılan piramittir. Giza bölgesindeki en küçük piramit olan Mikerinos'la birlikte toplam üç piramit var alanda. Aslında Mısır'ın diğer yerlerinde de irili ufaklı 109 piramit daha bulunmaktadır; ama Giza piramitleri içlerindeki en büyük ve en önemli üç piramidi oluşturmaktadır.
Piramitlerin yapımının ne kadar sürdüğü ve nasıl yapıldıkları gibi iki önemli soru pek çok rivayete rağmen hâlâ tam olarak cevabını bulmuş değildir. Bugün ulaşılan teknolojik imkânlara rağmen piramitleri üzerinde sır perdesi bütünüyle ortadan kalkmamıştır. İnsan aklı çölün ortasında bu devasa eserlerin nasıl yapıldığını, her bir 10-15 tonluk taşların buraya nereden nasıl getirildiğini uzun süre çözememiştir. Ama bazı bilgiler piramitlerin ne kadar gizemli yapılar olduğunu kendiliğinden ortaya koymaktadır. Örneğin, piramitlerin yapımında kullanılan devasa taşların oraya nasıl getirildiği, piramidin sadece adına yapıldığı kişinin doğum ve tahta çıkış tarihlerinde nasıl olup da güneş ışığı aldığı, piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazların çalışmıyor olması ve büyük piramidin dünyanın kara kitlesinin tam ortasında olması gibi…
Yapılan son araştırmalara göre büyük taşlar, en iyi kireç taşının çıktığı El-Mukaddam Dağı’ndan değişik bir teknik kullanılarak kopartılmak suretiyle o zamanlar piramitlerin epey yakınından akan Nil Nehri üzerinden sandallarla taşınmıştır. Âdeta bir ibadet neşvesi içinde çalışan ve Firavunlara bu şekilde hizmet ettiğini düşünen binlerce insan bu ağır işte istihdam edilmiştir. Mercimek lapası ve soğan yiyerek çalışan işçilerden binlercesi piramitlerin yapımı sırasında hayatını kaybetmiştir. Sadece Keops Piramidi’nin inşasında irili ufaklı 2,5 milyon taş kullanılmıştır. Piramitlerin dış yüzeyi ve keşfedilen iç kısımları eski yıllarda yağmalanmış ve özgün hâlini kaybetmiştir.
Aslına bakılırsa insan, Giza Bölgesi’ndeki o devasa piramitlere bakarken Firavun’un şahsında, bütün insanlığın ölüme yenildiğini ve piramitlerin Firavun’un mağlubiyetini temsil ettiğini düşünmeden edemiyor.
Ölüler Şehri
Kahire pek çok yönü itibariyle masal kitaplarından çıkıp günümüzde varlığını devam ettiren bir şehir görünümündedir. Kahire’nin en dikkat çeken yerlerinden biri de, şimdiki şehir merkezinin dışında, Kahire Kalesi’ne giderken görülen ve “Eski Mezarlık” ve “Ölüler Şehri” diye de anılan bölgede bulunan eski mezar evlerdir. Burası, meşhur El Mukaddam Dağı’nın eteklerine düşmektedir. Memlükler Dönemi’nden kalan bölgedeki evlerde şimdi -bir yandan mezarların bekçiliğini de yapan- insanlar yaşamaktadır. Mezarların üzerindeki küçük odalarda yaşayan insanların sayısının kesin olarak bilinmemekle birlikte yüz binleri aştığı bir gerçektir.
Mısır’da ölüler bizdekinin tersine toprağa gömülmüyor, inşâ edilen mezar evlerde defin ediliyor. Mısırlıların ölülerini toprağa gömmeme nedeni zeminin kum olması. Kum zemin sürekli kaydığı için onlar da tedbir olarak aile kabristanı mahiyetinde iki katlı mezar evler inşa etmişler. Mısır’da hemen her ailenin bir mezar evi var. Ölüler bu evlerin alt katına gömülüyor. Üst katları ise boş bırakılıyor. Bu boş bırakılan odalarda Kahire’nin yoksul kesimi yaşıyor. Bu aileler bir yandan mezar bekçiliği yapıyor ve bir yandan da çoluk-çocuk ölülerle aynı ortamı paylaşıyor.
Aslına bakılırsa mezar evlerin içi harika sanatlarla dolu. Geniş bir alana yayılan ve hâlen yüz binlerce insanın yaşam alanı olan Ölüler Şehri; pek çok külliye, han ve medreseye de ev sahipliği yapmaktadır. Memlük Sultanlarından Kayıtbay, Endülüs hükümdarlarından Muhammed Nasır ve yedinci Memluk hükümdarı Kalavun’un mezarları da burada yer almaktadır. Şimdilerde bu bölgedeki mezarların boşaltılarak çöle taşınması ve yerlerine 4’er katlı modern binaların yapılması düşünülmektedir. Hayat ve ölümün iç içe geçtiği bu mekân, gri bir sis bulutunun altına gizlenmiş gizemli Kahire’nin en dikkat çeken ve merak uyandıran yerlerindendir.
İmam-ı Şafi Camii ve Türbesi
İslâm ümmetinin en önemli âlimlerinden biri olan İmam-ı Şafi Hazretleri’nin kabri, Eski Kahire’de kendi adına yapılan caminin hemen yanında yer almaktadır. Peygamber varisi bu büyük âlimin türbesine girer girmez müthiş bir manevi iklim insanı kuşatmaktadır. Fakirleri seven ve hayatta iken onlarla birlikte yaşayan İmam-ı Şafi Hazretleri, vefat edince de onların yakınına gömülmeyi vasiyet etmiştir. Kabrinin etrafındaki diğer mezarlar onun talebelerine aittir.
Hazreti Seyyide Nefise Camii ve Türbesi
Her biri ayrı bir mimarî hususiyete sahip onlarca caminin bulunduğu Eski Kahire’de En Sevgili Efendimiz Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) sevgili torunu, âlime bir hanım olan ve her gün İmam-ı Şafi Hazretleri’nden ders alan Hazreti Seyyide Nefise’nin kabri bulunmaktadır. Hazreti Seyyide Nefise adına yapılan caminin içinde yer alan türbeye yaklaşırken insanın içini hem tatlı bir heyecan hem de garip bir hüzün kaplamaktadır. Camiye girer girmez Salât-u Selâmlar eşliğinde İki Cihan Serveri’nin (s.a.v.) mübarek torununun kabrine yaklaştığımız hissiyle hareket ediyor; vefatından birkaç ay evvel buraya mezarını kazdıran bu annemizin kabri başında Kur’ân okuyarak, dua ederek şefaatini âcizane talep ediyoruz…
Mısır’da Hazreti Nefise’den başka, Efendimiz’in (s.a.v.) bir diğer torunu olan Hazreti Seyyide Zeynep de bulunmaktadır. Peygamber torunları, onlarca sahabe, yüzlerce mübarek ve âlim zat tarafından şereflendirilen Kahire, bu yönüyle de ziyaret edilmeyi hak etmektedir.
Selâhaddin Eyyubi Kalesi
Eski Kahire’nin bulunduğu alanda, bölgenin en yüksek noktası El-Mukaddam Dağı’nın yamaçlarında yer alan kale, Katolik Hıristiyanların İslâm dünyası üzerine gerçekleştirdikleri Haçlı seferlerini durduran efsanevî kumandan, Nureddin Mahmud Zengin’in evlâtlığı Selâhaddin Eyyubi tarafından ilk olarak 1171 yılında yaptırılmış; Memlük Sultanlığı ve Osmanlı Devleti zamanında yapılan düzenlemelerle bugünkü görünümünü kazanmıştır. Fatımîlerle başlayıp Osmanlılara kadar uzanan döneme ait tarihi eserleri içinde barındıran Eski Kahire’nin ortasında yüksekçe bir yerde bulunan kale, geçmişten bugüne pek çok devlet ve hanedana ait izler taşımaktadır. İlk bakışta görenlere âdeta, “İşte burayı ben koruyorum!” diye haykırmaktadır.
Mısırlılar için Selâhaddin Eyyubi, Haçlıları engellemesi ve Mukaddes Beldelere yani Mekke ve Medine’ye onların ulaşmasını önlemesi münasebetiyle apayrı bir öneme sahiptir. Bu yüzden o, Mısırlı Müslümanların çok sevdiği ve saygı gösterdiği şahsiyetlerin başında gelmektedir. Onun banisi olduğu kaleden şehre bakıldığında ilk dikkati çeken yapılar, dip dibe sıralanmış soğan kubbeli camilerdir. Bilhassa Sultan Hasan Camii ve Medresesi ile Rufaî Camii buradan bakıldığında çok ihtişamlı görünmektedir. “İslâmic Kahire” denilen tarihi bölgenin panoramik açıdan en güzel görülebileceği yer hiç şüphesiz bu kaledir.
Sultan Muhammed Nasır Kalavun Camii
Selâhaddin Eyyubi Kalesi içinde Mehmet Ali Paşa Külliyesi’nin hemen yanında yer alan ve Memluk hükümdarlarından Sultan Kalavun tarafından yaptırılan mescid, (El Nasır Muhammed İbni Kallavî Camii) üstü açık mimari yapısıyla dikkat çekmektedir. Mihrabın üzerinde bir küçük kubbe, bizim camilerin son cemaat mahalli revakları gibi, cami duvarlarının iç tarafında iki metre genişliğinde revakları ve onların iç sütunları bulunmaktadır. 1400’lü yılların başında yapılan caminin ortasındaki geniş alanın üstü açık ve boş haldedir. Revakları kapatan küçük kubbelerin iç sütunlarının her birinin Mısır’da hüküm süren İslâm medeniyetlerini temsil ettiği ifade edilmektedir. Bu cami, Kavalalı Mehmed Ali Paşa Camii yapılınca, merkez cami olma vasfını kaybetmiştir.
Askeri Müze
Geniş bir alana yayılan Selâhaddin Eyyubi Kalesi’nin bazı kısımları hâlâ Mısır ordu birliklerinin kontrolü altında bulunmaktadır. Kale içinde yer alan Askeri Müze’de geçmişten bugüne Mısır’ın askeri tarihine objeler, çeşitli silahlar, toplar ve uçaklar sergilenmektedir. Memluk, Osmanlı ve Mehmed Ali Paşa dönemlerinden günümüze uzanan süreçte birçok askeri kıyafet ve silah numunelerini burada görmek mümkündür. Müzenin önünde bulunan heykel, 1848 yılında ölen İbrahim Paşa’ya aittir. Onun ölümünden altı ay sonra da babası Kavalalı Mehmed Ali Paşa hayatını kaybetmiştir.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa Camii
Klasik Osmanlı-Türk mimarisi tarzında 1830-1848 yılları arasında inşâ edilen Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camii, Kahire’de bu tarzı yansıtan ender mabetlerden biridir. Osmanlı mimarisinin ileri türünün Kahire’deki belirgin bir temsilcisi olan caminin bilhassa minareleri bir anda akla İstanbul’daki selâtin camilerini getirmektedir. Caminin konumu, tam kubbe ve yarım kubbelerin yapısı, bunların ana gövde ile uyumu, minarelerin yapısı, Türkiye’den gelen ziyaretçilerin gözüne Mısır’daki diğer yapılara göre daha uyumlu ve zarafetli görünmektedir. Ahşap işlemeleri Memlük kültürünü yansıtan caminin mermerleri İtalya’dan getirilmiştir. Fransızların camiye hediyesi olan ve avluya kurulan saat hâlihazırda çalışır durumda değildir.
Osmanlı’nın Mısır valisi olduğu dönemde Navarin Vak’ası (1827) sonrasında Sultan II. Mahmud’a başkaldırıp, devletin zor durumda kalmasına ve tavizler vererek Rusya’dan yardım istemesine sebep olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın banisi olduğu cami, İstanbul’daki selâtin camilerinin mimarisi örnek alınarak inşa edilmiştir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın mezarı da oldukça ihtişamlı bir görünüme sahip olan caminin içinde yer almaktadır. Şimdilerde burada sadece cuma namazı kılınmaktadır.
Sultan Hasan Camii ve Medresesi
Memlük Devleti hükümdarlarından Sultan Hasan’ın gayretleriyle inşası 1356-1362 yılları arasında tamamlanan cami, medresesi ile birlikte oldukça ilginç bir mimariye sahiptir. İslâmî ilim tarihi açısından çok önemli bir değere sahip olan cami, uzun yıllar Şafiî, Hanefî, Malikî ve Hanbelî mezhebine ait eserlerin bir arada okutulduğu en büyük medrese olma özelliği taşımıştır. El Ezher’in fonksiyonunu bir dönem bu cami görmüştür. Devasa boyutlardaki medrese bugün hâlâ ayaktadır. Büyük maddi fedakârlılar neticesinde inşâ edilen caminin içinde kıble istikametinde Sultan Hasan’ın türbesi bulunmaktadır.
Rufaî Camii
Kahire’deki en önemli eserlerden biri de, ihtişam ile ruhaniyetin iç içe geçtiği bir yapı olan, Sultan Hasan Camii’ne yarenlik eden ve kendine özgü mimari yapısıyla dünyada bir benzerine daha rastlanmayan “Rufaî Camii”dir. Ülkemizde de müntesipleri bulunan Rufaî Tarikatı’nın kurucusu İmam Rufaî Hazretleri adına Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın hanımı, Hidiv İsmail Paşa’nın annesi Hoşyar Hanım tarafından yaptırılmıştır. Yapımı 1860-1869 yılları arasında tamamlanan Rufaî Camii, uzun yıllar hem ibadethane hem de İslâmî ilimlerin okutulduğu bir fakülte olarak hizmet vermiştir. İmam Rufaî Hazretleri’nin kabrinin de bulunduğu cami, giriş revaklarının yüksekliği, ses akustiği ve mimari incelikleriyle hakikaten görülmeyi hak eden bir eserdir. Cami içerisinde ayrıca Hoşyar Hanım’ın, torunu Kral Fuat’ın, onun oğlu Kral Faruk ve kız kardeşi Fevziye Hanım ile evli olan Rıza Pehlevi’nin kabirleri bulunmaktadır.
Tolunoğlu Camii
Kahire’deki ilk Türk eseri ve Mısır’ın ikinci camii olan Tolunoğlu Camii, Tolunoğulları devletinin kurucusu Türk kökenli devlet adamı Ahmet bin Tolun tarafından 876-879 yılları arasında yaptırılmıştır. Ahmet bin Tolun’un mezarı Tarsus’ta bulunmaktadır. İç kısmındaki sıvaları orijinalliğini yitiren camide şimdilerde vakit namazı kılınmamaktadır, sadece ziyarete açıktır. Mısır’daki Türk-İslâm kültürünün canlı tutulabilmesi için bu camilerin ibadete açılması ve mekânların açıklamalı kitabelerle zenginleştirilmesi gerekmektedir. Caminin spiral şeklindeki minaresinin ana yapıyla tam uyuşmaması, sonradan inşa edildiği izlenimini doğurmaktadır. Memlük sultanı Laçın el-Mansur döneminde ana yapıya eklenmiş olması muhtemeldir. Bu minarenin, Bağdat yakınlarında vaktiyle sadece Türklerin yaşadığı Samarra şehrindeki caminin minaresiyle aynı olması dikkat çekicidir.
Amr Bin As Camii
Kahire gezilerinin önemli duraklarından biri de, Mısır Fatihi Amr bin As adına yapılan camidir. Mısır’da bir askeri garnizon şehri olan Fustat şehrini kuran Amr bin As, önde gelen sahabe efendilerimizden biri olup, Hazreti Ömer (r.a.) zamanında İslâm ordusunun kumandanı olarak Mısır’ı fethetmiş ve aynı zamanda burada valilik vazifesinde bulunmuştur. Amr bin As Mısır’a vali olduktan sonra yaptığı hizmetlerle bu topraklara İslâm’ın mührünü vurmuştur. Onun vurduğu bu mühür hâlâ Kahire’nin bağrında durmaktadır. Bugünkü Kahire ise Fatımiler devrinde kurulmaya başlanmıştır.
İlk olarak 642 yılında inşâ edilen ve şimdiki tek katlı mimarisi ile ilginç bir görünüm sergileyen Amr bin As Camii, Mısır’ın ve dolayısıyla Afrika’nın ilk camisidir ve görülmeye değer bir eserdir. Zamanla genişleyen camide hâlihazırda 10 bini aşkın insan aynı anda namaz kılabilmektedir. Bilhassa ramazan aylarında Kahire halkının büyük teveccühüne mazhar olmakta; hem namazlarda hem de sair zamanlarda burada hatimler indirilmektedir.
Han El Halil Çarşısı
Çok geniş bir alana yayılan ve Kahire’nin en renkli alışveriş merkezi olan Han El-Halil Çarşısı, ilk olarak 1382 yılında Memluk Sultanı Berkuk’un at bakıcısı tarafından kervansaray olarak inşa ettirilmiş ve Osmanlı döneminde bir ticaret merkezi hâline gelmiştir. Türlü türlü hediyelik eşyaların satıldığı küçücük dükkânlarıyla bu çarşı, bir yönüyle İstanbul’daki tarihi Kapalı Çarşı’ya ve Mahmut Paşa semtine benzerliğiyle dikkat çekmektedir. Çarşıdaki esnafın neredeyse hepsi Arapça ve İngilizcenin haricinde en az bir dil bilmektedir. Mısır’ın genelinde olduğu gibi burada da Türklere karşı esnafın yakın alâkası ve muhabbeti bulunmaktadır. Bu ülkede turizm faaliyetleri daha ziyade Eski Mısır Dönemi’ni esas alarak dünyaya açıldığı için, çarşıdaki hediyelik eşyaların önemli bir kısmı da o dönemi yansıtmaktadır. Taştan hediyelik piramitler, sfenksler, firavun heykelleri yanında; El Halil Çarşısı’nda oldukça uygun fiyatlara altın, gümüş, mercan, turkuaz gibi mücevherler ve deri ürünleri satın alınabilir.
Labirent benzeri sokakların yer aldığı çarşı içinde dikkat çeken ve en az çarşı kadar meşhur mekânlardan biri de, vaktiyle milli şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’un Mısır’da yaşadığı dönemde, Hilvan’dan Kahire’ye geldiği günlerde nargile içmek için geldiği, şiirlerini yazdığı tarihi El Fişavi (Fis Hawi) kahvehanesidir. İçi büyük boy aynalarla kaplı bu asırlık kahvenin nargilesi kadar naneli çayı da meşhurdur.
Hazreti Hüseyin Camii
Kahire, Şii Fatımî devleti döneminde yapılan pek çok esere ev sahipliği yapmaktadır. Ezher Camii ve El Hekim Biemrillah Camii ile birlikte o dönemden kalan eserler arasında “İmam Hüseyin Camii” olarak da bilinen “Hazreti Hüseyin Camii” zikredilebilir. Bu cami, Emeviler döneminde şehit edilen Hazreti Ali’nin oğlu Hazreti Hüseyin’in kesik başının bir dönem konulduğu cami olarak da bilinmektedir. Dolayısıyla bu durum, Şiiler arasında buraya bir kutsallık atfedilmesine sebebiyet vermiştir.
Bu camiyi ziyaret, Kerbela şehidi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) torunu, Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma’nın oğlu, Risaletin ikinci nesil çocuğu Hazreti Hüseyin’e selâm vermek manasını da taşımaktadır. Caminin açık olduğu saatlerde Hazreti Hüseyin’e atfedilen kabrin etrafı ziyarete gelen insanlarla dolup taşmaktadır. Açıkçası camiye girer girmez insanı Kerbela’nın hüznü kaplamaktadır.
Hazreti Hüseyin Camii ile başlayan cadde, Kahire şehrini kuran Fatımilerin yönetim merkezi olması münasebetiyle önemlidir. Bu cadde boyunca yol alırken sırasıyla öncelikle Fatımiler devrine, ardından onlardan sonra Mısır’a hâkim olan Selâhaddin Eyyubi, Memluk Sultanlığı, Osmanlı Devleti ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa dönemlerine ait eserleri bir arada görmek mümkündür.
El-Ezher Camii
Kahire’nin meşhur “El-Ezher Camii”, Han El-Halil çarşısına açılan ve çeşit çeşit ürünler, yiyecekler satılan Hüseyin Meydanı’nın sol tarafındadır. Hazreti Hüseyin Camii’nin de bulunduğu caddenin karşısında yer alan cami, gerek mimarisi, gerekse dini özellikleriyle Kahire’nin en ilginç eserlerinden biri olup, mutlaka görülmesi gereken yerlerden biridir. El-Ezher Camii kübik yapısı ve köşeli minareleriyle geleneksel Mısır camilerindendir.
10. yüzyılda ilk olarak Fatımiler devrinde Şia ekolü üzerine kurulan ama Memlükler zamanında Sünni ekol üzerine yeniden yapılandırılan El Ezher Camii ve Üniversitesi, Mısır’ın en önemli ilim ve kültür merkezleri arasında yerini almıştır. Hâlen de bu vasfını devam ettiren müessesede, İslâmî ilimlerin yanı sıra fennî ve sosyal ilimlere ait bölümler yer almaktadır. El-Ezher Üniversitesi hâlen İslâm âleminin pek çok ülkesinden öğrencinin eğitim aldığı köklü bir müessesedir. Buranın İslâm bilim tarihindeki önemi tartışılmazdır. Binlerce âlim yetiştiren bu müessese hâlâ eski önemini korumaktadır ve bu yönüyle bir cazibe merkezi olmaya devam etmektedir. Yakın zamana kadar İslâmî ilimleri okutan hocalar El-Ezher Camii’nde ders vermiş; ancak üniversite talebi karşılamak için şimdilerde daha modern fakülte binalarına taşınmıştır.
#