Osmanlı’da Ekberiyet Usûlü’ne Geçiş Zarureti
Bayram tatili münasebetiyle pek çok Geyveli gibi bende İstanbul’dan ilçemize geldim. Adapazarı’ndaki yeni terminal binası -bazı eksikliklerine rağmen- şehrimizin imajına olumlu katkı sağlayacak seviyede. Yalnız, bir sistem kurulabilse ve Adapazarı merkezden kalkan Geyve Koop minibüsleri -yolcu olduğu zamanlarda- terminale girse çok iyi bir hizmet olur. Diğer yandan belli saatlerde Geyve minibüslerinde inanılmaz bir izdiham oluyor. Geçtiğimiz cuma akşamı 17 koltuklu arabada 8-9 kişi ayakta yolculuk yaptı. Yol üzerinde de alamadığı başka yolcular oldu... Minibüslerin bagajları küçük olduğu için, insanlar mecburen eşyalarını da arabanın içine almak zorunda kalıyorlar. Üstelik duble yolda hız sınırları zorlanıyor... Şoförler değişik sebeplerle kendilerini savunuyorlar; ama -Allah muhafaza- bir kaza olduğunda ve insanlar mağduriyet yaşadığında bunun hesabı zor verilir. Sayın Kaymakamımızın, Belediye başkanımızın, ilçe emniyet yetkililerimizin ve Geyve Koop idarecilerinin bir araya gelerek bu meseleye, gelişen ve büyüyen Geyve’mize yakışır bir şeklide kalıcı çözüm üretmelerini temenni ediyorum...
Gelelim asım konumuza...
Geçen hafta Osmanlı’da “Kardeş Katli” meselesini ele almış ve konuya devam edeceğimi söylemiştim. Ama önce kısaca konuyla alâkalı yorumlara değineyim. Osmanlı’nın bu mesele hakkında dinî ve örfî hukukun belirlediği sınırlar çerçevesinde çözümler üretmeye çalıştığı dönemde Avrupa’da yaşanan iktidar kavgalarında kan gövdeyi götürüyordu. Bugünkü manâda demokratik ve çoğulcu anlayışın olmadığı bir zaman diliminde Osmanlı bunu en az hasarla ve halka yansıtmamaya çalışarak çözmeye çalıştı. Eğer padişahlar sağ iken oğullarından birini veliaht tayin etselerdi ve diğerlerini otoriteden yoksun bıraksalardı hiç şüphesiz bu durum daha farklı problemler doğuracaktı. Çeşitli tahrikler devreye girecek -ki bunun örnekleri de var- ve sessiz sedasız bir kenarda bekleyen kardeşler ve yakınları, aleyhimde kullanılabilir ve saltanatıma ortak olabilir gibi düşüncelerle ortadan kaldırılacaktı.
Eski Türklerden tevarüs eden “Kut” inancına göre hanedanın her bireyinin tahtta hakkı vardı. Ama zaman içinde en fazla liyakat gösterene padişahlık yolu açılıyordu. Bir şehzade tahta çıktığı zaman, onun sancakbeyliği zamanında yanında bulunan idareciler de payitahtta/başkentte rol alıyorlardı. Kim şehzadeliğinde atak davranıyor ve fütuhat ruhuyla hareket ediyorsa, askerin ve devlet adamlarının gözüne girme şansı o oranda fazla oluyordu. Meselâ Yavuz Sultan Selim buna güzel bir misaldir.
Neticede Osmanlılar saltanat yolunda kendi evlâtlarının ve şehzadelerin hayatlarını kaybetmemesi için farklı bir metot geliştirdiler. Bazı tatbikatlar tenkit edilmekle ve yanlış bulunmakla beraber, Osmanlı Devleti’nde kardeş katli uygulaması klâsik dönemin iç karışıklıklar ve savaşlar yaşanmadan geçirilmesini sağladı. Ülkenin bölünmezliğini esas alan “Osmanlı Veraset Sistemi” sayesinde, sonu gelmez saltanat kavgalarının önüne geçildi. Ülkeyi kimin idare edeceği meselesinin, içtimaî kesimlerin taraf olduğu taht kavgaları sonunda karara bağlanması durumu sona erdi. Hanedan mensupları arasındaki mücadelenin cemiyete maliyeti ortadan kaldırıldı. Tahta kimin çıkacağı, hanedan içi bir mesele hâline geldi ve diyetini de sadece hanedan üyeleri ödemeye başladı. İktidarın hem nimetini hem de külfetini üstlenen hanedan, ülkenin ve milletin âli menfaatleri ve nizâm-ı âlem uğruna zaman zaman kendi evlâtlarını fedâ etmek zorunda kaldı. Cihan hâkimiyetini hedefleyen Devlet-i Âliye’de dikkatler, daha ziyâde dış siyasete ve fütûhat hareketlerine çevrildi. Böylece devletin geniş sınırlara ulaşması sağlandı.
Ancak, Sultan III. Mehmed’in 1603’te vefatı üzerine yeni bir durum ortaya çıktı. Zira o tarihte saltanatın iki varisi kaldı ve hanedan neslinin tükenmesi tehlikesi ortaya çıktı. Bu tablo, Fatih Kanunnâmesi’nin askıya alınmasını zorunlu kıldı. Şehzâde Ahmed’in (Sultan I. Ahmed) kardeş katlini uygulamasına izin verilmedi ve tahta çıkış usûlünde köklü bir değişiklik yapıldı. 14 yaşında 14. Osmanlı padişahı olan ve 14 yıl bu makamda kalan Sultan Ahmed’in aslında bir ağabeyi vardı. Ama 16 yaşındaki Şehzâde Mustafa, “aklî muhakemesi zayıf” olduğundan dolayı tahta çıkartılmadı. Henüz çocuk yaşta olan Sultan Ahmed’in ağabeyini idam ettirmemesi için tedbir alındı. Zirâ Sultan Ahmed’in yaşayıp yaşamayacağı, yetişkin bir yaşa erişse bile evlenip bir erkek çocuk sahibi olup olmayacağı belli değildi. Bundan dolayı hiç kimse hanedanın soyunun tükenme riskini göze almadı. Babası ve dedesi kânunnâmeyi tatbik ettiği hâlde, Sultan Ahmed bahsi edilen sebeplerle böyle bir şeye tevessül etmedi. Hanedanın devamından kendilerini mes’ûl gören saray kadınları da bu noktada rol oynadılar.
Bundan sonraki süreçte Osmanlı hanedanı içerisinde yaşça en büyük şehzâdenin tahta çıkması usûlü (ekber ve erşad) kabul edildi. Sultan Ahmed vefat ettikten sonra, erkek evlâtları (Osman, Murad, İbrahim) bulunmasına rağmen, onlardan biri tahta çıkmadı. O sırada ailenin en büyük ferdi olan Şehzâde Mustafa, kısa bir süre de olsa padişah oldu. Fakat o da, sonraki yıllarda peş peşe tahta çıkacak olan yeğenlerini; 12 yaşındaki Osman’ı (Genç Osman), 8 yaşındaki Murad’ı (Sultan 4. Murad) ve 2 yaşındaki İbrahim’i öldürtmedi. Sebep yine hanedanın erkek soyunun tükenmesi endişesiydi. Bu haklı endişeden dolayı Sultan Ahmed’in eşi meşhur Mahpeyker Kösem Sultan, küçük oğlu İbrahim’i, daha evvel tahta çıkan diğer oğlu 4. Murad’a karşı korumak zorunda kalmıştı.
Sultan Ahmed devrinden itibaren tatbik edilmeye başlanan “Ekberiyet” usûlü, Osmanlı tarihinde kardeş katli meselesinin gevşemesine ve zaman içinde tamamen bitmesine zemin hazırladı. Bundan sonraki üç asır boyunca saltanat meselesinden ötürü hanedan içinde öldürülenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmedi. Dolayısıyla şunu rahatlıkla ifade edebilirsiz ki kardeş katli, bütün Osmanlı tarihi boyunca tatbik edilmedi. Fatih’e kadar geçen zaman diliminde güçlünün padişah olduğu Osmanlı hanedan sistemi, bu tarihten sonra kurallı bir döneme girdi. Sultan Ahmed ile başlayan ve Osmanoğulları arasında hâlen devam ettirilen “Hanedan Reisliği” sistemi, Osmanlı monarşisinin, çok kanlı mücadelelere sahne olan Avrupa monarşilerinden daha evvel bir dengeye ve düzene oturmasını sağladı.
Ekberiyet usûlü hiç şüphesiz daha insanî bir modeldi. Kardeş katlinin doğurduğu evlât acısını dindirmek için hayata geçirilen bu sistemle artık hanedanın erkek evlâtları cellâtların elinde can vermiyordu. Fakat, hanedanın devamını sağlamayı esas alan bu sistemde, Yavuz Sultan Selim gibi askerî ve siyasî dehaların yetişmesi sekteye uğradı. Daimî suretle İstanbul’da ikamet ettikleri için (kafes usûlü) sancağa çıkmayan ve yeterli seviyede devlet tecrübesi kazanmayan şehzâdeler, sıra kendilerine gelip tahta çıktıkları zaman, dâhili ve hârici meseleler karşısında zorlanıyorlardı. Ekberiyet sisteminde “devleti yönetme ehliyetine bakılmaksızın” her şehzâde doğum sırasına göre padişah olma hakkına sahipken, taht kavgalarının ve kardeş katlinin yaşandığı dönemlerde liyakat ve ehliyet esastı. Nihayetinde 1876 ve 1908 yıllarında kabul edilen Kanun-i Esasi ile Osmanlı Devleti’nde anayasal veraset sistemi yürürlüğe girdi. Bütün bu yaşananlardan geriye kalan en önemli miras ise, Osmanlılar devrinde vazgeçilemez bir esas olarak benimsenen devletin bütünlüğü ve bölünmezliği ilkesi oldu.
Murat Duman
#