Necati Çolak ile Röportaj
Müdür Çolak: “Hayatta önemli olan şey, insan ve insana yapılacak hizmettir. Gençler, insani ilişkilerlini kaybetmemelidir.” dedi.
1.Bize kendinizi tanıtır mısınız?
-1978 Trabzon Vakfıkebir doğumluyum. Memur bir babanın ev hanımı bir annenin 6 çocuğunun en küçük bireyiyim. Babam devlet memuru olduğu için ilkokulu çeşitli illerde okudum. Lise hayatımı Trabzon’daki Atatürk Sağlık meslek lisesinde tamamladım. Daha sonra Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesini kazandım ve üniversitenin son yılında sağlık memuru olarak tayinim çıktı göreve başladım.
2001’den 2006’ya kadar çeşitli kurumlarda Sağlık Memurluğu yaptım. İlk görev yerim Çorum ikinci görev yerim Sakarya oldu. 6 Mart 2006’dan beri çeşitli hastanelerde idarecilik yaptım. 2006 ila 2009 yılları arası Sakarya Toyota Hastanesinde Müdür Yardımcısı olarak görevimi tamamladım. 2009’la 2011 yıllarında ise Sapanca İlçe Hastanesinde kurucu müdürlük görevinde bulundum ve Temmuz 2011’den beri Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde müdürlük görevime devam etmekteyim. Evliyim ve 2 çocuk babasıyım…
2.Hastane müdürü olmasaydınız hangi mesleği tercih ederdiniz?
-Sağlık meslek lisesinde okurken, sağlık personeli ya da müdür olmayı düşünmüyordum. Bu nedenle üniversitede sağlık üzerine hiçbir bölüm tercih etmedim. Amacım tarih okuyup tarih öğretmeni olmak ve üniversitede akademisyen olarak kalmaktı. Sağlık memuru olarak atandığım için bu sektörde çalışmaya başladım. Süreç bizi müdürlük noktasına kadar getirdi. Şu anda; Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Maliye ana bilim dalında yapmış olduğum sağlıkta dönüşüm programı konulu yayımlanmamış bir tezim mevcut.
3.Sizce bu görevde olmanın avantajları ya da dezavantajları nelerdir?
-Bence hastane müdürü olmanın avantajları…
Hastane Müdürlüğü; kendini ifade etmek, topluma faydalı olmak, insanların sıkıntılarını gidermek, onlara yardımcı olmak özgüvenini geliştirmek isteyen bir insan için çok ideal bir görevdir. Çünkü hastane müdürü olduğunuzda hastanenin politikalarına yön vermekte söz sahibi olabiliyorsunuz. Hastaneler toplumsal etki bakımından en geniş kurumlar olduğu için düşüncelerimizi eyleme dönüştürebiliyoruz.
Hastane Müdürünün dezavantajları ise;
Sağlık sektöründe sürekli değişen ve gelişen yönetim anlayışı olduğundan bu mevcut düzen kendini yenilemeyenler için dezavantaja dönüşüyor.
Büyük bir hastane olması nedeni ile sorumluluklarımız çok fazla olduğu için ekip bilinci oluşturmakta güçlüklerle karşılaşabiliyoruz.
Bu kurumda 1500 kişiye yakın insan çalışmakta ve bu insanların sorumluluğunu taşımak maddi ve manevi olarak yorucu bir süreç olduğundan özel hayatınıza pek fazla vakit ayıramıyorsunuz.
Bu dezavantajlar her zaman için fırsata dönüştürülebilecek avantajlardır. Eğer bu başarılabiliyorsa hastane müdürlüğünde başarılı olunabilir. Bu görevde dezavantajlar her zaman olumsuz düşünülürse insanın başarılı olması çok zordur.
4.Meslek hayatınızda unutamadığınız bir anınızı anlatırmısınız?
-2001 yılının Temmuz ayında Çorum Sungurlu Devlet Hastanesinde çalışırken ambulansta görevli olduğum bir gece ilgili hekim yeni doğum yapmış durumu ağır bir hastayı ve birkaç saatlik çocuğunu Ankara’ya sevk ettiği için hastayı götürmem gerekiyordu. Ambulansta görevli olarak yalnız ben bulunmaktaydım hastanın eşi de vardı. Elimde hastayla ilgili yeterli bilgi yoktu. Yola çıktıktan belli bir süre sonra hasta fenalaştı. Kırıkkale’ye yaklaştığımızda solunum durmak üzereydi. Fakat Kırıkkale’ye geldiğimizde hastayı kaybetmiştik.
Bu olay, benim için unutamadığım anıların başında gelir. Müdahale edemiyorsun, teknik aletleri yeterli değil, ilaç veremiyorsun yetkin yok. Hasta gözünün önünde ölüyor kocası yanında ve bir kaç saatlik bebek orda…
Hangi kurumda olursak olalım, öncelikli olan şey insan ve insana yapılacak olan hizmettir, aradaki bürokratik süreçlerin, ihtiyaç duyulan diğer malzemelerin önemi yoktur.
5.Bizim aracılığımızla insanlara söylemek istedikleriniz nelerdir?
-Yaklaşık 6 yıldır hastanelerde idarecilik yapıyorum.1 yıl da üniversitede derse girdim. Stajyer olsun, öğrenci olsun bir şekilde gençlerle tanışıyoruz. Onların hayata bakış açılarını, onların gelecekten beklentilerini öğreniyoruz. Kendi dönemimizle kıyasladığımızda bizim dönemimizdeki gençlerle şu anki gençlerin hayata bakış açılarının çok farklı olduğunu görüyorum.
Kendi dönemimle şuan ki dönemi kıyasladığımda; bizim değer verdiğimiz şeyler biz kendi kuşağımızda ve şu anki yaşam tarzımızda da hep insanı önceleyen, insana hizmetin değerli olduğunu önceleyen değere sahibiz ve insanı ön plana çıkaran bu değerler yüzünden maddi veya gelecek beklentisi veya farklı değerler hakkında kaygı duymuyoruz.
Bizim için önemli olan o insana hizmet değerinin gerçekleşebilmesidir. Fakat şimdiki gençler olaya çok daha farklı bakıyorlar. Bunu anlıyorum. Çünkü artık dünya çok farklı…
Bizim zamanımızda televizyon dediğimiz şey 1-2 saat izlenen vaktin daha çok dışarıda geçtiği daha çok sosyalleşebileceğin bir ortamdı. Ama şimdi ki gençler sosyalleşmiyorlar. Zamanlarının çoğunu teweter’la, facebook’la ve internet’le dünyadan izole oluyorlar ve dünyalarındaki merkez kendileri gençlerin, başkaları değil. Bizim çocukluğumuzdaki merkez ise arkadaşlarımız, ihtiyacımız oyunlarımız, oyunu kimin kazandığı veya ekip olarak, arkadaş olarak ne yaptığımızdı. Şuan ki gençlerin merkezinde kendileri olduğu için onlar için kendi başarıları ve kendi değerleri var. Dolayısıyla bu topluma da yansıyor. Yardımlaşma, başkalarını düşünebilme, başkası için fedakârlık yapabilme dürtülerimizi kaybediyoruz.
Benim verebileceğim mesaj şu olabilir; Mutlaka ve mutlaka insanlar insanı önceleyen bir bakış acısıyla hayata bakmalılar. Sosyal ortamdan izole olmamalılar. Özellikle hayatlarından diyalogu eksik etmemeliler. İnsanı ve insani değerleri önceleyen bir sistem kurmalılar. Bunu amaçlayan yayınlar, fikirler yayılması gerekiyor. Bence bizim sorunlarımızın en büyüklerinden bir tanesi bu.
İnsanların hedeflediği şeyler değişti. Bizim zamanımızda meslek sahibi olup, insanlara hizmet verebilmek erdemli ve değerliydi. Şimdi ise iyi bir meslek sahibi olup çok para kazanmak önemli olan ve bunu yapabilmek için her şey mubah. Böyle bakıyorlar insanlar ve böyle eğitiliyorlar. Bu bize hep geri dönecek ne zaman geri dönecek bundan 15 sene sonra şuan ki gençler bu noktada olacaklar. Sizler bu noktaya geldiğiniz de bu çileye katlanmak için hiçbir neden görmeyeceksiniz. Aldığınız parayla katlandığınız çile eşdeğer değil burada. Ama biz bunu düşünmüyoruz böyle bakış açımız yok.
Bizim sosyalleşme ihtiyacımız vardı çünkü televizyon yoktu oyun oynamak istiyorsan kavga da etsen geride de kalsan o ekibin içinde o arkadaşların içinde yer almak zorundaydın. Dolayısıyla bu neyi getiriyor uzlaşmayı getiriyor. Ama şimdi insanların uzlaşmaya ihtiyacı yok insani değerlerde bulunmaya ihtiyacı yok arkadaş mı istiyorsun komşu kızı Ayşe’ye ihtiyacın yok zaten facebook’ta arkadaşın var.
Dost mu istiyorsun Amerika’daki Berlin hanımla dost olabilirsin. Ama kanlı canlı bir arkadaşa ihtiyacın yok onun için eziyete katlanmana, sıkıntıya düşmene gerek yok. Bu durum şimdi birçok şeye yansıyacak anne baba olduğunda çocuğuna olan sabrına, öğretmen olduğunda öğrencine olan sabrına…
6.Bu güzel sohbet için size teşekkür ederim.
-Ben de teşekkür ederim.
Hazırlayan: Ayşe YETİMOĞLU