Çanakkale 1915: Tarihten Ders Almak mı; Tarihi Masal Yapmak mı?
Bildiğiniz gibi, Kuran’da önceki toplumlardan ve Peygamberlerden kıssalar anlatılır. Kıssa, bir şeyin izini sürmek, bir şeyi beyan etmek ve açıklamak gibi anlamlara sahip. İslami literatürde ise Kuran’da anlatılan tarihi olaylar demektir. Allah, tarihin derinliklerinde kaybolan ya da unutulan bazı hikayeleri, ademoğlunun hafızasında yeniden canlandırıyor ki, bir hatırlatma, bir öğüt olsun.
Kuran kıssalarının amacı, vahyin mesajının daha iyi kavranması, örneklendirilmesi ve bu örneklerin üzerinde düşünülüp, öğüt alınması için. Sâd suresi bu hususu güzelce açıklıyor: Mekke’de inen surede Rabb’imiz önce Hz. Davud’un hikayesini anlatır ve akabinde hem Kuran’ın hem de kıssaların amacını da gösterdiğini düşündüren bir ayet yer alır: “Bu Kur'an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (Sâd, 29)
Elbette ne kıssalar ne de diğer tarihi olaylar masal olsun diye anlatılmaz. Düşünmek ve öğüt almak, sonrasında çıkarılan derse göre insanın kendi öz hikayesini Kur’an ile düzeltmesini ya da tamamen değiştirmesini gerekli kılar. Bu önemlidir. Tarihe bakmak, geçmişteki hataları tekrar etmemek içindir. Ayrıca geçmişten gelen haberler, bugüne yorumlamamız için gereklidir.
Tarihi Masal Kılmak
Yaşadığımız çağda, Kur’an’ın apaçık ayetleri ve ilahi mesajı üzerinde layıkıyla düşünmeyen Müslümanlar, nasıl Hz. Peygamber’in siyerini mitolojik bir kahramanlık masalına çevirdiyse, kendi tarihlerine de öyle yaklaşmaya başladılar.
Bugünle yüzleşip, yaşanan gerçekliği değiştirmeye cesaret edemedikleri oranda, geçmişe sığınır ve geçmişten kahramanlık destanları üretir oldular. Bu, düşünüp öğüt almayı ve aldığı ders ile geçmişteki hataların tekrarını engellemeyi, bugün daha sağlıklı bir mücadele yöntemi çıkarmayı amaçlayan bir tarih anlayışı değil...
Yaşandığı gibi olmaktan çıkarılmış, olmasını istediğimiz gibi yaşandığı hayal edilen bir tarih... Sadece masalsı anlatımla sınırlı kalan, doğru sonuçlar çıkarılamayan ve üzerinde ne bugünün ne de geleceğin inşa edilebileceği bir tarih... Duygularımızı okşayan, göğsümüzü kabartan, heyecanlandıran, coşturan, gurur ve övünç duymamızı sağlayan bir tarih ama kesinlikle bizi harekete geçiren bir tarih değil...
Böyle bir anlayış için tarih; öncesi ve sonrasıyla bütün teşkil etmeyen, çoğu zaman sebep ve müsebbipleri atlanılan, yaşananların olağanüstü kılınarak masallaştırılması ve hatta mitoloji haline dönüştürülmesiyle sonuçlanan hikayelerin derlenmesinden ibarettir.
Bu tarih derlemesinde, olayların birbiriyle bağlantıları var mı, ademoğlunun geçmişten günümüze uzanan uzun hikayesindeki yeri nedir, yaşananlardan nasıl dersler çıkarmalıyız gibi soruların cevabı ya yoktur ya da çarpıtılmaktadır... Tıpkı, bugün Çanakkale Savaşı’na yapılanlarda ortaya çıktığı gibi...
Çanakkale 1915 : Aslından koparılan bir tarih
Son yıllarda, Çanakkale savaşı, yaşandığı gerçeklik içinde konuşulmadığı için tarih; tören ve duygusallık ortamında hikmetini kaybediyor. 120 binden fazla insanın hayatını kaybettiği, bir o kadarının hayatını değiştiren Çanakkale Savaşı’nın nedenleri üzerinde düşünülmüyor. Boğazdaki cephenin hangi bütün içinde yer aldığı ve o bütüne neden, hangi amaçlarla dahil edildiğimiz sorgulanmıyor.
Cephede yaşanan dramın insani boyutlarıyla kimse ilgilenmiyor. O günkü savaşın bugünkü uzantılarına kimse dönüp bakmıyor. Sadece, Çanakkale kutsanıyor ve kutsanan her şey gibi dokunulmaz kılınıyor. Oysa Allah bize tarihi anlatırken, onun gerçekliğine dokunmamızı, öğüt almamızı ve o bugün için bir şeyler yapmamızı istiyor; onu yüceltip, kıvanç meselesi yapmamızı değil...
Bu durumun perde arkasına göz atarsak, Müslümanlarının, Kuran ile irtibatlandıramadıkları, vahiy temelli kuramadıkları zihin dünyasında yaşanan bulanıklıkların yer aldığı söylenebilir. Özellikle sistem ile ilişkilerindeki eklektik tavırların ve sığınmacı yaklaşımların yapının önemli bir yeri var. Bu tespiti farklı açılardan tartışabiliriz:
Resmi tarihi ile barışamayan, laik projeleri kabullenemeyen, Osmanlının yıkılmasının ve sonrasındaki kuruluş sürecinin yol açtığı travmalardan ve ürettiği korkulardan kurtulamayan geleneksel muhafazakar zihniyet, gerçek ile yüzleşmekten kaçtıkça savrulmalar yaşamaya devam ediyor. Cepheden göğüsleyemediği gerçekliği çarpıtıyor ya da onu atlayarak, kendine geçmiş tarihin içinde ama yaşananın dışında bir tarih kuruyor, bir tür hayal dünyası...
Çanakkale Savaşı’na yapılan da bu tür bir şey. ‘Devlet baba’nın kendisine haksızlık ettiğine inanan ve 28 Şubat sürecinin yol açtığı sarsıntının etkisiyle bir nevi meşruiyet krizi geçiren geleneksel muhafazakar zihniyet; Çanakkale “kurtuluş” efsanesinin sıfır noktasıymış gibi bir söylem kuruyor. Böylece, Çanakkale cephesindeki genç insanların savaşından üretilen zafer; geleneksel muhafazakarlığın taleplerinin meşru ve haklı zemini olarak referans gösteriliyor.
Çanakkale 1915, bugün tarih olmaktan çıkarak, ideolojik bir mücadele zeminine dönüşüyor. Geleneksel muhafazakarlık, sistemi açıkça eleştiremediği için; itirazını, tarihi yücelterek ve buradan kendisine güncel bir pay çıkarak gösteriyor.
Dini hurafelerle ve yanlış yorumlarla aslından uzaklaştıran geleneksel muhafazakarlığın bu tutumunu şimdi tarih üzerinde sürdürmesi konusu tartışmaya açıktır. Kuran temelli bir kimlik kuramadığı, Hz. Peygamberin sahih sünnetini ve örnekliğini referans alan bir siyaset dili ve mücadele yöntemi geliştiremediği ve sistemle ilişkisini hangi temele oturtacağını bilemediği için, bu zihniyet, tarihten ders almak yerine hâlâ eski hatalarını tekrar ediyor.
Doğrudan bir muhalefet inşa etmek yerine kendisine güç katacak sistem içi mevziler kazanmaya çalışıyor. Fakat ‘devlet baba’ algısından kopamadığından da, ele geçirdiğini düşündüğü mevzilerin aslında yine karşıtına fayda sağladığını maalesef fark edemiyor.
Geleneksel muhafazakarlık, dine, hayata, siyasete ya da tarihe Kurani bir perspektiften bakmayı bir öğrenemediği sürece, ne sahih bir İslam anlayışına kavuşabilir ne de yaşadığımız problemlere cevap üretebilir.
Yapabilecekleri, geçmişin kollarında teselli aramak, ömrünü Allah’ın dini ile sistemin ideolojisi arasında asla mümkün olmayacak bir dengeyi sağlama uğrasında geçirmekle sınırlı kalacaktır... İhtiyaç duyduğumuz şey ise kesinlikle bu değildir.
#