Arkası Karanlık Provokasyonlar Devam Ediyor
Türkiye, maalesef etnik milliyetçilikler savaşında hızlı bir kutuplaşma yaşıyor. Yıllardır ırk eksenli tek tip bir kimliği dayatma siyaseti bugün kendi yaptıklarının sonucu ortaya çıkan ciddi bir muhalefetle karşı karşıya... Ve elindeki kozun kendisine doğrultulmuş olmasından fena halde rahatsız. Kurulu iktidardan rant sağlayanlar, insan hayatı üzerinden oynadıkları oyunlardan vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Bu amaç için de, elindeki gücü toplumu kendi saflarında hizaya sokabilmek için kullanmaktan çekinmiyor.
Haberlerde tehlikeli bir etnik çatışmanın körükleneceği söyleniyor. Hrant Dink’in ilk kurban olma ihtimali ağır bastığı için, kritik isimlerin korunmasına yönelik güvenlik önlemleri üst düzeylere çıkarılıyor. Irk temelli her türlü yaklaşım, sorunları kangrenleştiriyor. Toplumun yaraları kanarken, adil bir çözüm arayışlarının önü kesilmek isteniyor. Oysa bu son derece yanlış bir yol ve derhal geri dönülmesi gerekiyor.
Kenarına çekildiğimiz ateş hattının toplumu ciğerinden yakacağı çok açık. Buna rağmen, arkası karanlık provokasyonlar sürdürülüyor. Oyunun diğer bir sahnesi ise Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklanıyor. Cumhuriyet gazetesinin reklamlarını izliyorsunuz. Saatler 100 yıl geriye alınıyor, deniliyor. Oysa gazetenin yazar ve çizerleri kendi saatlerinin kaç on yıl önce durduğunun özeleştirisini hiç yapmıyor.
Diğer taraftan, son andıçta Kanaltürk’ün gizli sahibi olduğu belirtilen Tuncay Özkan, televizyon için parayı nereden bulduğunu açıklayamamasına rağmen, basın özgürlüğü ve ahlak dersi vermeye kalkışıyor. Resmi kayıtlarda asgari maaşlı gözüken ve 3 milyon doları nasıl elde ettiğini belgeleyemeyen Özkan, elindeki medya gücüyle kanalından provokatif yayınlarına devam ediyor.
Atatürkçü Düşünce Derneği, Mülkiyeliler Derneği, ODTÜ Mezunları Derneği, Kuvayı Milliye Dergisi ve benzeri ileri ufaklı daha bir çok sivil toplumcu örgüt ya da basın-yayın organı da, kriz çıkarabilmenin peşinde... Kullandıkları dil ve seçtikleri mücadele yöntemi ne bir ilke ne de hareket ahlâkına sığıyor. İddialarını siyaseten temellendiremedikleri ve topluma kabul ettiremedikleri için gürültü çıkarmaya ve ortamı bulandırmaya çalışıyorlar. “Yeter ki benim istediğim olsun, varsın tufan kopsun” yaklaşımının topluma hiçbir getirisi olmadığının artık anlaşılması gerekiyor.
Bu yüzden asıl biz soralım: Çankaya tartışmalarında ortalığı ateşe verenler, nasıl bir tehlikeye yol açtıklarının farkındalar mı?
Tüm bu yıpranmışlığa, 28 Şubat hukuku, çeteler, milis örgütlenmeler, arkası karanlık cinayetler, saldırılar ve provokatif yayınlar da eklenince, durum daha da can sıkıcı bir hal alıyor. Düşünmek gerekiyor: Hukukun gözetilmediği ve sürekli darbe atmosferinde yaşatılan bir ülkede, barış ve huzur bulmak ne kadar mümkün?
Parçalayıcı siyasetler ve iktidar etrafında dönen kavgalar, toplumu yıprattığı yeterince açık değil mi? Artık bu toplum ne yeni bir karanlık süreç ne de yeni bir darbe istiyor! Kendi haline bırakıldığında kardeşçe yaşama ortamını inşa etme potansiyeline sahip olduğu için de bir türlü rahat bırakılmıyor.
Hassas yaralar, “yaşananlar kime hizmet ediyor” sorusu sorulduğunda bulunabilen eller tarafından inatla kanatılıyor. Kan kaybeden toplumsal hayat ise suç ve şiddet sarmalına dolanıyor.
Öyle ya, adalet ve erdemin yitirildiği bir toplumu hangi güç ayakta tutabilir? O halde toplumun sorumluluğu ortadadır: Kendi sorunlarına karşı bilinçli, adil, barışçıl ve ahlaki çözümler üretebilmelidir. Karşılaşılan tabloyu iyi yönde değiştirecek hamleler yapmak zorundadır. “Yoksa” şıkkının meydana gelmesine ise olanak vermemelidir!
#