KARABATAK, BALIKÇI VE BEN
Henüz Güneş sarı yüzünü göstermemişti fakat yeryüzünün yavaş yavaş aydınlanmasıyla beraber her yeri kaplayan sis’te usulca toparlanıp kaybolmaya başlamıştı
Mevsimlerden
sonbahardı ve bu şehir daha bir güzel oluyordu bu mevsimde.
Sis
göl üzerindeki etkisini tamamen yitirmediği için grimsi olan gökyüzüyle göl’ü bir bütün gibi gösteriyordu.Durgun su üzerindeki sandaldan etrafa ağ serpiştiren bir balıkçı ve sağa sola yayılmış birkaç karabatak kuşundan başka hiç kimse yoktu su üzerinde.
İnmek istedim inipte bu manzarayla bütünleşmek istedim,fakat toz bulutlarını kaldırıp, ateş kıvılcımları çıkartarak ilerliyordu binmiş olduğum otobüs.Sanki düşman saflarına dalan atlar gibi süratle beni oradan uzaklaştırıp işyerine ulaştırmaya çalışıyordu .
Son
bir defa başımı sağa doğru çevirerek devasa büyüklükteki tatlı su birikintisine baktım.Karın tokluğuna balık avlayan karabatakla,para kazanmak için balık avlayan balıkçıyı orada bırakıp balık alabilmek için para kazanmak zorunda olan ben onlar farkında olma salarda bir rüzgar gibi yanlarından geçip gittim.
Artı
k, su, gökyüzü ve sis hepsi birbirine karışmış vaziyette hem hal olmuştu.
Yağ
lı vücudu kapkara tüylerle örtülü karabatak kendinden emin, gölün dibine doğru sert ve dik dalışlar yaparken balıkçıda sandalıyla aheste aheste ağlarını suya bırakıyordu.Bense farkında olunamadığımın farkında olarak martı gibi süzülen otobüsün içinden onlara bakarak oradan uzaklaşıyordum.
Asl
ında bir çoğumuzun farkında bile olamadığı büyük nimetler içersinde yaşıyorduk.Kim bilir bu nimetler başka memleketlerin insanlarının elinde olsa neler neler yaparlardı.En azından verilen bu nimetlere nankörlük etmez,hesapsızca suyunu hortumlatmaz,onbinlerce insanın içtiği suya petro-kimyasallar karıştırtmazdı.
Bir
on yıl sonra bu sularda yine karabataklar özgürce avlana bilirmi ?Balıkçılar ağlarını suya atarak geçimlerini sağlıya bilirmi ? Gölün yayın,sazan veya kızılkanat’ından yine yiye bilirmiyiz ?#