Kumandan

Yenişafak yazarlarından İsmail Kılıçaslan, Salih Mirzabeyoğlunu anlattı.
Ali ARICI Ali ARICI

90'ların başında Ankara’nın Gazi Mahallesindeki Merkez İmam Hatip Lisesi’nde tanışmıştım İBDA’cılarla. Entelektüel, sert ve romantik adamlardı. “İllegal bir şey yapma” duygusuyla Taraf ve benzeri dergilerini alıp okuduğumu hatırlıyorum. Doğrudan antiemperyalist ve uzlaşmasız bir dilleri vardı. Her sayılarında Fethullah Gülen’i, Kemalizm’i, dönemin koalisyon hükümetlerini paçavraya çeviriyorlardı.


Sonra gönüldaşlarının “Kumandan” diye hitap ettiği İBDA fikrinin kurucusu Salih Mirzabeyoğlu’nun kitaplarını da okudum. Son derece birikimli ve etkileyici biriydi, ona şüphe yok. Kitaplarında tutturduğu mahsus dil, anlaşılmayı çok güçleştirse de kafasındaki sistematiğe büyük saygım vardı.


Ardından İstanbul’da İBDA’nın birinci halkası diyebileceğim bazı isimlerle de tanışıp arkadaş oldum. Bilhassa Akademya Dergisi’ni çıkaran yani İBDA’nın fikri bağlamını yerli yerine oturtan ekiple teşrikimesaim oldu.


Yine de, internetten başka bir şeye bağlanmakta her daim zorlanan bağımsızlık duygum galebe çaldı. Rahmetli Kemal abiye ve şimdi hapiste saçma sapan bir gerekçeyle tutulan Hayrettin Soykan’a rağmen bağlanamadım İBDA’ya. Fakat şu: Bir siyasal/entelektüel organizasyona bağlanabilecek olsaydım bu büyük ihtimalle İBDA olurdu.


Molotof, adam dövme ve benzeri yanları hiç ilgimi çekmedi İBDA’nın. Hiçbir zaman çekmedi. Sadece, Merkez İmam Hatip’te Allah’a küfür ederek bunun yanına kalacağını düşünen bir öğretmenin yediği dayak ve kendini hala bir şey zanneden bir şaklabanın yediği birkaç tokat epey hoşuma gitti. Bu ikisini net şekilde hatırlıyorum.


28 Şubat atmosferine girildiğinde iki tür adam görüldü bizim mahallede. Birinci tür “şimdilik bir sinelim de sonra nasılsa şey ederiz” diyen aptal bir canlı türüydü. Direniş kırıcılık, devlete istihbarat sağlama, ortama uyma ve benzeri her türlü naneyi yediler. Ve nedendir bilmem, 28 Şubat bittikten sonra en acayip mağdurlar onlar oldular. Aslında “nedendir bilmem” diyorum ama bunu her seferinde yaşıyoruz. Misal FETÖ’ye salya sümük dua yazıları yazan, “hocama bunu söyletmem” diyen adamlar ve kadınlar da şimdilerde en büyük FETÖ mağduru pozu kesiyorlar. Fırıldaklı mırıldaklı işler. Hiç anlamadım, asla da anlayamayacağım bu türden bir dansözlüğü.


İkinci tür ise “direnen” taraftı işte. 28 Şubat’a karşı sesini yükselten, mücadelesini veren taraf. Beyazıt’ta meydanlar dolduran, gazetelerinde-dergilerinde-ekranlarında ses veren, “bu memleket bizim” diyerek darbeye elinden geldiğince direnen tür. Bu türün içinde her türden yiğit bulurdunuz.


Hayatımın en uzun küfür etme ve lanet okuma seansı 1 saat sürdü. 27 Ocak 2000 günüydü. Servisle Kanal 7’deki işime gidecektim. Servise biner binmez uzattılar Star Gazetesi’ni. Kendini kanaat önderi, gazeteci falan gibi gösteren Yılmaz Özdil isimli tetikçi şey (ki o zamanlar Cem Uzan isimli para babasının ayakçılığını yapıyordu), birinci sayfaya o sıra mahpus yatan Salih Mirzabeyoğlu’nun işkenceden paramparça olmuş yüzünü koyup güya dalgasını geçmişti. İşkenceyi ballandıra ballandıra öven bu herife elbette ne o zaman ne de ondan sonra hiçbir şey olmadı. Çünkü Türkiye, bu tip nesepsizlerin başlarına asla bir şey gelmeyen, bir şey gelmesi teklif dahi edilemeyen bir ülke hala. Uğur Dündar’ından Yılmaz Özdil’ine, Ertuğrul Özkök’ünden bilmem kimine kadar 28 Şubat’ta bin türlü yalan ve iftirayı meslek haline getiren, andıçlarla iş tutan hiç kimse yargı önüne çıkmadı bu yaptıkları yüzünden.


Onlar ödemedi ama 28 Şubat’ın bedelini en sert şekilde ödeyenlerden biriydi Kumandan. İşkencenin her türlüsüne her şekilde maruz kalmıştı.


Vefat haberini aldığımda “Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz” ayeti kerimesini okuduktan hemen sonra kalbime düşen şu oldu: Şimdi Halil Kantarcı ile buluşmuşlar, sarılmışlar, hasret gidermişlerdir.


Hayat böyledir işte. Kimi bedel öder kimi ödemez. Kimi kuytulara siner, kimi sinmez. Kimi doğru bildiği şey için ölmeyi göze alır, kiminin doğrusu her gün değişir.


Hayat böyledir işte. 16 yaşında bir okulun bahçesinde tanıdığınız adamların “o adamlar” olduğundan hiç şüphe etmezsiniz. O adamlardır. Yüzyılın bütün yükünü sırtlanmışlardır.


Allah rahmet eylesin Kumandan.

SALİH MİRZABEYOĞLU KİMDİR?

Salih Mirzabeyoğlu, 10 Mayıs 1950 tarihinde Erzincan’da doğdu.

Eskişehir’de Fatih İlkokulu (1962), Mehmetçik Ortaokulu’nu (1965) bitirdi (1968).

Yazı ve şiirleri lise yıllarında Babıali’de Sabah gazetesinde yayınlanmaya başladı (1965). 1968 yılında Atatürk Lisesi’ni bitirdi.

15 yaşında Necip Fazıl Kısakürek ile karşılaştı ve Nakşibendi tarikâtına katıldı.

“Benim 40 senedir aradığım ses buydu”

Mirzabeyoğlu’nun ismi 1970′ lerde duyulmaya başlandı. İslami gençlik hareketlerinden biri olan Akıncıların kurucusuydu. Derneğin politikalarının savunulduğu Gölge ve Akıncı Güç gibi dergileri çıkarttı.

Necip Fazıl Kısakürek onun kaleminden çok etkilenmiş, ”Benim 40 senedir aradığım ses buydu” demişti.

Akıncı Güç dergisini çıkarttı

1975 yılında gölge adlı dergi çıkarttı ve ilk defa Mirzabeyoğlu soyadını orada kullandı. Akıncı Güç (1979) adlı dergi çıkarttı.

Necip Fazıl Kısakürek yönetimindeki Büyük Doğu-Rapor (1979-80) seçkisinde yazılar yazdı.

1991 yılında Amerika’nın Irak’a saldırmasıyla oluşan dönemin siyasi atmosferi içerisinde tutuklandı.

İdamla yargılandı

28 Şubat askeri darbesiyle 1998’de gözaltına alındı. Hakkındaki suçlama sonrasında yasadışı İBDA-C örgütüne liderlik yaptığı gerekçesiyle tutuklandı.

2001 yılında idamla yargılandı, idam cezası kaldırılınca ömür boyu hapse çarptırıldı. Bolu F Tipi Cezaevinde cezasını çekmiştir. 23 Temmuz 2014 tarihinde talebini kabule değer gören İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla tahliye edilmiştir.


Geyve Haber

#

GENEL BİLGİLER

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve - Adapazarı, Adapazrı Geyve Otobüs sefer tarifesi. Geyve otobüsü kaçta kalkıyor? Adapazarından son Geyve Otobüsü, Sefer tarifesi, geyve koop otobüs