maymunlar ve kapitalistler

Bu ilginç benzerliğin üzerinden günümüz krizine ışıktutan bu alıntının farklı bir bakış açısı oluşturacağını umut ediyorum.

Maymunlar çalışmak zorunda bırakılmamak için konuşmazlıktan gelirler”
Etiyopya Halk Deyişi

Kral, ördek avı sırasında önünden geçen bir ördeğe ateş eder ve heyecanla dalkavuğuna sorar: “Nasıl, vurdum mu?” Dalkavuk: “Majesteleri zavallı ördeğin hayatını bağışlamak alicenaplığını gösterdiler.” diye cevap verir.



Tıpkı bu fıkrada olduğu gibi Fukuyama’nın, kapitalizmin nihai dünya zaferini ilan etmesinin henüz on beşinci seneidevriyesinde meydana gelen ekonomik kriz dalgası hakkında yapılan bütün tahliller, özünde sermaye bağlamında kapitalizme yapılan yalakalıktan ibarettir. Bence tartışmalar, matematiksel verilerin kuru gürültüsüne boğulmuş, öze matuf olmaktan çok uzaktır.

Bilindiği üzere kapitalizm, genelde sermaye yanlısı muhafazakar ideologlarca serbest piyasacı kapitalizm ve crony kapitalizm de denilen devlet kapitalizmi olmak üzere ikiye ayrılır. Bu ayrım gerçekçi değildir. Çünkü tarihsel tecrübe bize özel mülkiyete dayalı rekabetçi serbest piyasa ekonomisinin, siyasi otoritenin kontrol ve güdümü altında olmadan sermaye grupları ile iç içe geçmeden, hiçbir yerde ve hiçbir zaman var olmadığını göstermiştir.

Devlet eskiden olduğu gibi günümüzde de çeşitli iktisadi enstrümanları kullanarak, bazı sektörlere sübvansiyon uygulayarak veya bazı kesimlere vergi muafiyeti tanıyarak, kimi çevreleri doğrudan ya da dolaylı desteklemiştir. Bu işlevini de çoğunlukla faiz oranlarını belirlemek, emisyon yapmak gibi Merkez Bankası kaynaklarını kullanarak yerine getirmiştir. Serbest piyasa ekonomisine yapılan bu müdahaleler de rant ekonomisinden beslenen finansal çevreler tarafından muğlak veriler, verilerin yetmediği yerlerde söz oyunlarıyla desteklenmiştir.

Etiyopyalılara göre maymunlar, çalışmak zorunda bırakılmamak için nasıl konuşmazlıktan geliyorlarsa türlü kapitalist aktörler rantlarını kaybetmemek için asıl sorunu anlamazdan geliyorlar ve ekonomiyi anlaşılmaz teoremler ile kavramlar ışığında envai çeşit istatistiksel veriyle solgun kağıtlar üzerine hapsediyorlar.
Nasıl ki gerçek yaşamda tam anlamıyla katil, fahişe, hırsız diye bir şey yoksa, bunlar birer kavramdan ibaretse sadece, teorilerin de gerçek hayatta karşılığı ancak kavramların zihnimizdeki karşılığı kadardır.

Her ne kadar gözlemlediğimiz bazı bireyleri o kavram grubuna sokarak nitelesek de Raskolnikov hiçbirimiz için katil, Salome hiçbirimiz için fahişe, Jean Valjean gerçek anlamıyla hiçbir zaman zihnimizde hırsız değildir. Aynı minvalde Kapitalist teorinin mihenk taşını oluşturan “gizli el” kuramı da piyasa sisteminin işleyişinde yerini sıkılmış yumruğa bırakır.

Bu nedenle asıl gerilimi yaşayan sıradan insanlar, iktisadi olaylar karşısında ancak Sancho Panza kadar devrimci olabilir, Quasimodo kadar düz durabilirler.

Küresel çapta ilk finansal kriz I. Dünya Savaşı’nın arifesinde yaşandı. I. Dünya Savaşı sonrası oldukça iyi bir dış ticaret dengesine kavuşan Amerika, net borç alan ülke konumundan net borç veren ülke konumuna yükseldi. Ne var ki 1929’da New York Borsası’nda yaşanan kriz hisse senedi fiyatlarının düşmesine yol açtı. Bu, her yönüyle finansal bir krizdi.

Bunun üzerine bankalar verdikleri kredileri geri istemeye başlayınca pek çok yatırımcı ellerindeki hisse senetlerini satarak nakde geçmeye ve Avrupa’ya yeni yatırım yapmadıkları gibi fonlarını da çekmeye başladılar. Borsa krizi, depresyonun açık bir sebebiydi. Bu Avrupa’da pek çok bankanın iflası ile sonuçlandı. Temel malların fiyatlarında düşme meydana geldi ve uluslararası ticaret, üretim, istihdam ve kişi başı gelir düştü.

Altın standardından vazgeçilmesi, savaş döneminde ticaretin kesintiye uğraması ve List’in kurguladığı bebek endüstriler teoremi doğrultusunda yürütülen milliyetçi politikalar bunalımın hazırlayıcı etmenleriydi.

Para arzında görülen büyük düşme, tüketim ve yatırım harcamalarındaki otonom bir düşüş, tarımda daha önce başlayan bir daralma, üçüncü dünya ülkelerinin temel malları için istikrarsız bir pazara aşırı derecede bağlı olmaları ve dünya altın stoklarının kıtlığı ya da dengesiz dağılımı depresyonun, 1929 Büyük Bunalımının temel nedenleri olarak gösterilebilir.

Bunalımın uzun dönemdeki sonucu ise Keynesyen politikalar çerçevesinde ekonomide devletin rolünün artması ve üçüncü dünya ülkelerinde ithal ikamesine dönük sanayilerin geliştirilmesi çabalarının desteklenmesiydi.



Ne var ki II. Dünya Savaşı’nın faturası daha da ağır oldu. Bu durumu düzeltmek için 1944’te, çeşitli dünya paraları arasındaki değişim oranı ile ülkeler arasındaki kısa dönemli ödemeler dengesinin düzenlenmesi görevini üstlenen IMF ve hem savaştan zarar gören hem de yoksul ülkelerin yeniden inşası için uzun dönem krediler vermesi planlanan Dünya Bankası olmak üzere iki kurumun temelleri atıldı. Bu kuruluşlar ancak 1946 yılında işlerlik kazandılar.

Bu sayede kapitalist dünya Keynes’in öngördüğü şekilde, II. Dünya Savaşı sonrasında sanayileşme ve ticaret politikalarının devlet müdahaleleri tarafından yönlendirildiği ve finansal sistemin ulusal politikalar tarafından düzenlenerek sıkı bir şekilde denetim altına alındığı bir uluslararası sistemin inşasını gerçekleştirdi.

Bretton Woods adıyla anılan bu sistemin ayırt edici özelliği, Amerikan Doları’nın küresel pazarlarda temel alışveriş parası olarak kullanıldığı ve döviz kurlarının da ABD Doları’na görece sabitlendiği bir parasal sistemin kurgulanmış olmasıydı.

Diğer taraftan savaştan sonra meydana çıkan kıtlıkları için Avrupa’yı kurtaracak yegane kaynak Amerika’da mevcuttu. Fakat Avrupa’daki dolar kıtlığından dolayı Amerika’dan bir şey alabilmek mümkün değildi. Amerika Avrupa’ya bu yüzden Marshall Planı (1947–1952) çerçevesinde borç ve hibe şeklinde 13 milyar dolar ekonomik yardım yaptı.

Hükümetlerin ekonomik hayata çok yönlü katılımlarını güvence altına alarak uluslararası düzeyde hükümetler arasında oluşan işbirliğinin geliştirmek, genel istikrarı sağlayarak ekonomik büyümeye elverişli bir ortam üzerinde mal ve hizmet üretiminin özel sektöre bırakılmasını desteklemek ile Avrupa’nın yeniden inşasını sağlamak Amerikan yardımının temel amaçlar olarak sunulmaktaydı.

Bu ekonomik yardım karşısında Avrupa’nın aldığı malların büyük kısmı ilk yıllarda yiyecek, yem ve gübre ile sınırlıyken daha sonraları sermaye mallarını, hammadde ve yakıtı da kapsadı.

Kapitalist dünya 1950–1974 yılları arasında baş döndürücü büyüme hızlarına ulaştı. Söz konusu dönemde dünya ekonomisinin büyüme hızı yüzde 3’lere dayandı. Bu nedenle 1950–74 arası son dönem iktisat tarihinde altın çağ diye nitelendirilmektedir.

Ancak bir yandan da artan küresel rekabet ile birlikte kapitalizmin değişmez yasaları işlemeye başlayıp üretim kitleselleşip sermaye birikimi yoğunlaştıkça, Veblen’in tanımıyla yağma dürtüsü ile hareket eden firmaların kar oranları da kaçınılmaz bir şekilde düştü.

Yatırım için gereken ulusal sermayenin karlılığı ancak içinde bulunduğu ulusal pazarın büyüklüğü ile sınırlı olduğu için yeni yatırımları gerçekleştirmek için çok daha yüksek karlı alanların sisteme entegre edilmesi tek çıkar yoldu. Bu da Wallerstein’ın belirttiği gibi dışsal ekonomilerin giderek çevreleştirilmesini kaçınılmaz kılıyordu.



Bunun yolu da sermayenin hızla finansal yatırım alanlarına çekilmesi ve bunu sağlamak içinde sermayenin serbest dolaşımı için önündeki engellerin kaldırılması gerekiyordu. Diğer bir yöntem olarak yurtiçi talebin uyarılması ve sermaye birikimine bu yolla ivme kazandırılması sermayenin karlılığının azaltacağı, müteşebbisin yatırım güdüsünü törpüleyeceği için üzerinde durulmadı.

Finansal serbestleştirilmeyle birlikte finansal sermayenin kısa dönemli, spekülatif nitelikli kararları sanayileşme hedeflerinin önüne geçti. Giderek reel üretim karı yerine faaliyet dışı finansal karlar, finansal spekülasyon getirileri ve finansal rantlar, sanayi karlarındaki gerilemeyi telafi etmek için peçe olarak kullanıldı. 1990’lardan itibaren hemen hemen tüm kapitalist dünyada sanayi karları gerilerken finansal karlar artma trendine girdi.

Zamanla kapitalizmin merkez ülkelerinde sermaye, artık yüksek kar oranlarını sürdürebilmek için finansal spekülasyonun sanal rantlarına bağımlı hale geldiler. Dolayısıyla, Polanyi’nin 1920’lerde ortağa koyduğu üzere küresel ekonominin günümüzdeki krizi kapitalizmin küreselleşme sürecinin doğrudan bir ürünüdür.

Günümüzde makro çapta reel sektörde kullanılan her 1 dolara karşılık, dünya finans piyasalarında yaklaşık 30 dolarlık bir işlem hacmi gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir. Bu, finans piyasasının ne kadar devasa bir fiktif büyüklüğe ulaştığının göstergesidir. Diğer taraftan mikro çapta ise firmaların özsermayelerinin nerdeyse yüzlerce katı borçlanacak yatırımlara girmeleri mevcut ekonomik sistemin ne kadar kaydi, fiktif bir yapıya doğru evrildiğini göstermeye yeter de artar.

Bugün Amerika’nın kendi iç piyasasına yaptığı yaklaşık 850 milyar dolar tutarındaki yardım Marshall Planı çerçevesinde yaptığı 15 milyar dolarlık yardımın yanında devasa bir miktar olarak göze çarpmaktadır. Ne var ki aradaki bu fark, inkar edilemez niteliksel büyüme rağmen sadece son elli altmış yılda ekonominin nedenli niceliksel, parasal büyüklüklere ulaştığının göstergesidir. İşin ilginç tarafı Amerika savaştan çıkmış, harap olmuş bir dünyayı kabaca tekrar inşa etmeye yeten yardım miktarının onlarca katını bugün yapmasına rağmen söz konusu yardımın kendi iç piyasasının işleyiş sistemini bile tekrar güvenli bir şekilde işler hale getireceği müphemdir.

Mevcut krizin aşılması için öne sürülen yeni düzenlemeler, finans dünyasının tatlı karlılığını engelleyeceğinden, küresel kapitalizm bu düzenlemelere yanaşmayacak ya da doğru bir tabirle düzenlemeleri de kendi işleyişine uyduracaktır.

Kapitalizm, bir hacıyatmaz misali kendisine yönelik her türlü eleştiri ve müdahalelere karşı öyle büyük bir mukavemet göstermeden, eğilip esnemeye, ters yönde ivmelenmeye alışık olmakla beraber, bulunduğu satıh üzerinde olduğu müddetçe hiçbir zaman yıkılmayacak eski haline dönmesi çok zaman almayacak ve kendisine yöneltilen eleştirileri de zaman içerisinde başarıyla içselleştirecektir.

Bu kısırdöngüden kurtulabilmek kısa vadede pekte mümkün görünmemekle birlikte, bu döngüyü kırmak için öncelikle normatif ve pozitif iktisat ayrımının temeline, bir ahlak profesörü olmasına rağmen Adam Smith’in ihmal ettiği ya da üstünkörü geçtiği erdemli iktisat anlayışının tanımlanarak yerleştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda aşağıdaki hikaye konuya açıklık getirebilir.

Bir gün rüyasında genç Marks Tanrıyı görür ve Tanrıyla Cennet ve Cehennem hakkında konuşmaya başlarlar. Konuşma kafi gelmeyince Marks Tanrıdan kendisine Cennet ve Cehennemi göstermesini ister.

Bunun üzerine Tanrı genç Marksı, geniş, yuvarlak bir masanın bulunduğu odaya götürür. Masanın etrafında oturan insanlar, masanın ortasında görenlerin ağzını sulandıracak kadar güzel bir yemeğin olduğu dev bir tencere bulunmasına rağmen açlıktan ölecek gibi perişan görünmektedirler. Masanın etrafında oturan herkes çok uzun sapı olan bir kaşık tutmaktadır. O kadar ki kaşıkların sapları yemeği yiyecek olanların kollarından uzundur. Herkes tencereye kadar yetişip yemeği kaşıklayabilse de hiç kimse kaşığı ağzına götürememektedir. Bu yüzden kimse bir şey yiyememektedir. Bunu gören Marks, çektikleri acının gerçekten çok büyük olduğunu anlar.

Cehennemden sonra sıra Cenneti göstermeye gelir ve ilkinin aynı olan başka bir odaya girerler. Aynı geniş, yuvarlak masa ve masanın ortasında aynı büyük tencere vardır. İnsanlar daha önce olduğu gibi uzun saplı kaşıklarla masanın etrafına oturmuşlardır ama buradaki herkes iyi beslenmiş ve tombuldur, kahkahalar atarak sohbet etmektedirler. Genç Marks bu durumu anlayamaz ve Tanrıya hikmetini sorar. Bunun üzerine “Çok basit ama belirli bir beceri gerektiriyor” der Tanrı; “Bu odadakiler birbirlerini doyurmayı öğrendiler.”

Spinoza’ya göre, “Her şey kendi varlığında korunmak ister. Taş taş olmak ister, kaplan kaplan”. Hiç kimse kendini kandırmasın; günümüzde yaşadığımız kriz dalgası da gelip geçici, arızi konjonktürel bir olaydan başka bir şey değil. Kendini gerçekleştirmek, varlığını korumak için olması gereken yoldadır kapitalizm.

Uzun dönemde gelişmiş ülkelerde kapitalizmin dişlileri rock müzik tınıları gibi, dış ticaret açıklarıyla boğuşmak zorunda kalan gelişmemiş ülkelerde ise arabesk müzik tınıları gibi işlemeye devam edecektir.

Bizler çaresizlik karşısında sessiz, rakamların donukluğu karşısında canlı, neon lambaların ışıltısı altında heyecanlı olduğumuz sürece kapitalizm bir Anka kuşu gibi her ne kadar yansa da küllerinden tekrar doğacaktır. Kuşkusuz nalıncı keseri halen keskin ve her şeyden önce onu bileyenin bireylerin açgözlülüğü olduğu gerçeğini kabullenmemiz gerekiyor.



 timeturk

#

GENEL BİLGİLER

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve - Adapazarı, Adapazrı Geyve Otobüs sefer tarifesi. Geyve otobüsü kaçta kalkıyor? Adapazarından son Geyve Otobüsü, Sefer tarifesi, geyve koop otobüs