Bir Anarşist(!)in Kalemi Ak Sayfaya Değdi
Bu yazımda, bir önceki yazımdaki konuya devam etmeyi düşünmüyordum; fakat aldığım eleştiriler beni ikinci bir yazı yazmaya itti. Gelen yorum, hoşnutluk ve tepkilerden yola çıkarak bir şeyler yazmaya çalışacağım…
Evet, biliyorum zor bir konuya kalem değdirdim. Yine korkuyu, yine paniği, yine tedirginliği okuyorum birçok surette. Sıkıntılı günler geçirdim son birkaç hafta. Üç beş gün önceye kadar tâbi olduğum okulumdaki hocalarım ve kimi okurlarım tarafından yanlış anlaşıldı yazım. Zaman zaman dışlayan bakışlar altında geçirdim diyebilirim birkaç haftamı. Hatta kimilerinin içlerinden ‘anarşist’ deyip küfrettiklerini bile duyar gibi oldum.
“Özgürlük” dedim, korktunuz; “isyan” dedim, kaçmak için sığınaklar aradınız. Hata bende belki de. “İsyana teşvik”ten önce “isyan”ın ne olduğunu, “özgür maviliklerde kanat çırpalım” demeden önce “mavi”yi anlatmalıydım belki de. Muazzam mavilikleri, küçük bir ak kağıtta anlatmaya çalışışım, yanlış anlamalara sebebiyet verecek yine belki; ama yapmalıyım; yazmalıyım; “kuşlar” için; “hayali hür olmak olan, her yeni günde güneşle birlikte doğan bütün kuşlar” için, “ne ölebilen ne de yaşayabilen” bütün hürriyet sevdalıları için yazmalıyım.
Bir okurum, bundan önceki yazıma yorum getirerek, anne ve babanın çocuklarına bakmama özgürlüğünden(!) söz etmiş ve okuldan, kravattan kurtulmak için okula gitmeme özgürlüğümden(!) bahsetmiş. Bir başka okurum ise çok biliyorsak çok okuyup da bizim her şeyi icraata geçirmemizi söylemiş. Bu ve buna benzer birçok yorumdan anlaşıldığı gibi bir önceki yazım tam olarak anlaşılamamış/anlatılamamış. Öncelikle şunu söylemeliyim ki; düzeni –gerçek mânâdaki düzeni- düzensiz hâle getiren hiçbir kural, davranış, keyfiyet özgürlük değildir. Anne-babanın çocuğuna bakmaması eğer çocuğa zarar veriyorsa, o özgürlük değildir. Aynı şekilde, okulda herhangi bir öğrenci ya da öğretmenin “düzen”e zarar verici hareketlerde bulunması özgürlük değildir. Ve yine bir okurumun önceki yazıma söylediğine binaen; ben uçsuz bucaksız bir özgürlük aramıyorum. Yaratılanın sonsuz bir özgürlüğü yaşaması mümkün değildir.
Ve, her şeyin yolunda gittiğini, özgürlüğümüzü kısıtlayan hiçbir şeyin olmadığını söylemek ister gibi benliğimi istihzai tebessümler altında ezenlere diyeceğim şu ki ; akşam evlerinize gittiğinizde oturup haber programlarını seyredin biraz; ya da bir üniversitenin, resmi bir sınav öncesi sınav yapılacak binanın kapısı önünde dunup biraz bekleyin. Göreceksiniz; kıyafetleri yüzünden tâbi oldukları kurumlara giremeyenleri; eğitim haklarının önüne setler çekilenleri; ve acıyı, ve gözyaşını, ve “burası benim vatanım” derken kırgın ve mahçup bakan insanları. Neden korkuyorsunuz, saçlarını bir örtüyle kapatan bir genç kızdan? Neden korkuyorsunuz, kravatı boynundan aşağıda olan y ada saçları uzunca olan bir genç oğlandan? Niçin “orospu” damgası yiyor dizinin üstünde etek giyen, dudaklarından taşdığı kırmızı boyadan daha ilk makyajı olduğu anlaşılan bir genç kız? Niçin “gerici, yobaz” diyoruz, önümüzden geçen, siyah sürmeli gözlerinde koca bir dünya barındıran kara çarşaflı genç kızın arkasından? Sıkı sıkıya sarıldığınız kurallarınız bizi işte bu hâle getirdi. Sıkı sıkıya sarıldığınız kurallarınız yüzünden disipline gönderildik şimdi hepimiz. Doğruluğundan bir an bile şüphe etmediğiniz kurallarınız yüzünden ağlıyoruz şimdi üniversite kapılarında. Bir an bile sorgulama gereksinimi duymadığınız kurallarınız yüzünden tüm geleceğimizi belirlemek zorunda bırakılıyoruz üç saat onbeş dakikada. Taviz vermediğiniz kurallarınız yüzünden taviz verdi bakirliğinden bir genç kız ve bir genç oğlan kimselerin olmadığı bir sınıfın kapı arkasında. Ve özgürlük anlayışınız çok doğru(!) olduğundan ölüyor şimdi masum Türk ve Kürt çocukları dağlarda.
...Tüm bu anlatmaya çalıştıklarımdan sonra sükût etmek geliyor içimden, bu sabah bitirdiğim kitabın son sayfasında yazanları hatırladığımdan. “Hürriyet sükûtta gizlidir, sükût yalnızlıkta!” diyordu yazar. Ama itimat etmeyeceğim yazarın söylediklerine. İnanmıyorum çünkü. Evet, yalnızlıkta belki sükût; ama değil, hürriyet sükûtta ve dolayısıyla yalnızlıkta. Yalnızlıktaysa hürriyet, niye kuşlar beraber uçmakta. Hayır, susmayacağım bu yüzden. En başında da dediğim gibi anlatacağım, “mavi” için, “maviyi solumaya çalışan tüm kuşlar” için…
...Düştüğümüz hata, Tanrı’nın çizdiği sınırları aşıp; kendi ellerimizle yeni yeni kurallar oluşturmamız. Bir önceki yazımda da dile getirdiğim gibi, elbette kurallarımız olmalı, ancak öncelikle kendimizi tâbi hissetmemiz gerken kurallar, yaratılanların bozup pisleterek önümüze sundukları kurallar olmamalı. Eğer olmuşsa, “düzensiz düzen” oluşmuşsa, birileri kendi uydurdukları kuralları birilerine uygulatmaya çalışıyor ve insanların özgürlüğü kısıtlanıp, insanlar mahkumiyete maruz bırakılıyorsa; kalabalıklar meydanlarda, caddelerde boyunları eğik, mahsun ve muzdarip haykırmaya çabalıyorsa; Nâzım Hikmet, vatan toprağından uzakta yaşamak zorunda bırakılmış, Necip Fâzıl, yaşadığı hayattan bile çokca sene dört duvar arasına sıkıştırılmak istenmişse; ve şimdi bile Nâzım’ı okuyanlarla, Necip Fâzıl’ı okuyanlar ayrı ayrı kategorilerde değerlendirilip, bu sınıflandırmalar temel alınarak ideolojiler üretiliyorsa bir “dur” denmeli, “isyan” edilmeli bu gidişata.
“Korkma, ey arkadaşım, isyan et.”. İsyan, Allah’ın çizdiği sınırların dışına çıkmadan kendi ellerimizle süslemeler yapmaya çalışmak bir tuale… İsyan, her şeyin temiz, her şeyin saf ve özgür olduğu -hiç kimsenin birbirinin hakkını çiğnemediği- maviliklerden tonlar devşirip resimler yapmaya çalışmak ak bir kağıda… Kır artık zincirlerini; masalarda bırak ideolojilerini; bırak da gel, sevmeyip elini tuttuğun aşiftelerini; solu Rabb’ın kurallarını, ayetlerini ve bir “ikra” yükselsin dilinden semaya; aç kanatlarını artık, üfürsün ardından yel ve katsın seni özgür maviliklere…